matematikkafe.com
BÜTÜN SAVAŞLAR BEYİNDE KAZANILIR!
STRESE KARŞI KENDİ KENDİNE KONUŞMANIN GÜCÜ
Sevgili öğrenciler, sınava gireceğiniz için hayallerinizi her durumda gerçekleştireceğinizi göstermek adına tüm samimiyetimle kendi tecrübemi kaleme aldım. Kendi öykümün size yol açacağını umuyor, başarılar diliyorum…
Tüm stres verici durumlarda kendi kendinize etkili konuşmalar yaparak, duygusal geriliminizden kurtulabilirsiniz. Şu sözü çok severim: “Bütün savaşlar önce beyinde kazanılır.” Bunu bizzat yaşadığım için size kendi yaşamımdan örnek vereceğim. Derseniz ki o zaman bu tekniği size öğrettiler mi? Hayır öğretmemişlerdi. Ancak iş hayatına atıldığımda öğrencilerimin duygusal gerilimlerini pratikçe çözen teknik araştırırken kendi kendime bulduğum bu tekniklerin psikolojik teknikler içerisinde çok etkili olduklarını görünce çok şaşırmış ve kendimle gurur duymuştum.
Siz çözüme inanın; gerisini beyniniz halleder Buna en iyi örnek, belki günlerce çözmediğiniz bir problemi rüyanızda çözmeniz. Bu da beynin güçlüce arzu edilmiş her şeyi yerine getirdiğini gösteriyor. Aynı zamanda rahatlamış zihinde problemin kolaylıkla çözüldüğünü görüyoruz. Uyku ya da dinlenme anında bulduğumuz çözümler bunu göstermiyor mu sizce de? Bu demektir ki; hepimizin beyni aynı işleyişe sahip olduğuna göre soğukkanlı davranarak çok işler yapacaksınız…
KENDİ BAŞARIMI DEŞİFRE EDİYORUM: SİZ DE BAŞARACAKSINIZ!
ÇOCUKLUĞUMDA BEN DE KENDİME GÜVENSİZDİM!
İlkokuldan başlayan bir duyguyla kendimi orta seviyede bir öğrenci olarak görüyor, zeki öğrencileri hayranlıkla izliyordum. Onların nasıl yaptığını anlamaya çalışıyordum. Sohbet sırasında konuşmayı başarılı oldukları bir konuya getirip nasıl öğrendiklerini, nasıl başardıklarını detaylıca sorgular, anlamaya çalışırdım; bu işin sırrı ne? Ailem için zeki insanlar gurur verici insanlardı. Bende onların önem verdiği bu şeye sahip olmak istiyordum. Babam bankacıydı. Çok çalışkan ve entelektüel bir insandı.
Yoksulluğun acımasızlığında ve sevgisizliğin koynunda acıyla geçen bir çocukluktan, azminin büyüklüğüyle banka yöneticiliğine kadar gelmişti. Filozofça konuşmayı çok severdi. Okur, araştırır, düşünür ve ortaya bilgece bir sentez çıkarırdı. İnsanı boğmadan kısaca tam yerinde sözler söylerdi. Bundan keyif alırdı. Bunu nasıl yapıyor diye sürekli onu incelerdim. Ondan çok etkilenirdim. Hayrandım babama. Her şeyi bilirdi. Ne çok şey biliyor! diye düşünür, ona her konuda güvenirdim. Çekinirdim kendisinden; çok disiplinliydi. Varsa yoksa çalışkan yaşamak ve bir şeyler üreterek insanlığa faydalı olmaktı yaşam felsefesi. “Her insanın bir yaşam felsefesi olmalı.Yaşam felsefesi olmayan adam bir işe yaramaz!” derdi.
Düşünce derinliğinin ve bilgi birikiminin kültürlü olmanın erdemlerini vurgular, bundan da taviz vermezdi. Prensipli ve şerefiyle yaşayan insan olmak onun için çok önemliydi. Çocuklarında da buna önem verdiğini kararlı ve güçlü bir sesle vurgulardı. Ona çok şey borçluyum. Örnek bir insandı herkese. Onu göz altından izlemek, o ne yapıyorsa onu yapmaya çalışmak bir zevkti. Kendisini örnek aldığımı hisseder miydi bilmem ama ben onu gizlice takip ediyordum, çocuk aklının gizliliğinde…
Onun övdüğü zeki, çalışkan ve başarılı insanlar gibi olamadığımı düşünüyordum. Ama hep Allah’a dua ederdim: “Allahım çok zeki ve etkileyici bir insan olayım. Bende süper zeka olayım. Herkes bana hayran kalsın. Peşimden insanlar beni dinlemek için gelsin.” Annemin sert ve acımasız tavırlarıyla, babamın matematik ve fen dersiyle ilgili sorularımı cevaplarken ki sinirli ve sert yaklaşımıyla ve ilkokul öğretmenimin anlayış eksikliğiyle çekingen ve kendine güvenemeyen insan olmuştum.
Genellikle matematik ve fen dersi ödevlerini korka korka yapardım. Ya yanlışsa ya öğretmen beni tahtaya kaldırır, rezil olursam. Sınıf arkadaşlarım benimle dalga geçerse! Beni tembel ve başarısız buluyorlar diye kahroluyordum zaten.. Her gün beni tahtaya kaldırmasınlar diye dua eder, kalkmadığım gün okul bitip dağılırken içimden büyük bir sevinçle “Oh be dünya varmış” derdim. Büyük bir sevinç ve hafiflemişlikle tüm sokakların sahibi gibi özgürce arkadaşlarımla oynamaya koşardım. Akşamları yapardım ödevlerimi.
BABAMIN İSTEĞİYLE FEN BÖLÜMÜNDE OKUDUM
Bu matematik ve fen dersi korkusu lisede de devam etti. Babamın çok önemsemesiyle fen bölümünde okuyordum. En çok zorladıkları dersler sayısal dersler olduğu için korkudan öğrenemiyordum; başarısızdım genelde. Sözel derslerin üstüne düşmedikleri için, onlarda çok başarılıydım ve çok seviyordum o dersleri. Kendimi buluyordum. Bu şekilde yarım yamalak hazırlıkla son sınıfta sınava girdim. Düşük puan alarak, ÖYS de sayısal tercihlere yerleşemedim. Bir yıl daha hazırlanmam gerekti.
İLK KEZ DÜŞÜNCEMİ AÇIKLAYINCA BABAM ÇOK ŞAŞIRDI!
Kazanamadığıma çok sevindim bir yandan. Bu kez ailem bana kızacak bile olsa sözelden hazırlanacaktım. Bir süredir avukat: ”- “Ben sözel derslerde çok başarılıyım. Sende sınav sonuçlarından görüyorsun baba. Sayısalı yapamıyorum. Hukuk okumak istiyorum. Siz isteseniz de istemeseniz de ben sınava sözelden giriyorum.” dedim. Babam çok şaşırdı ve beni dinledikten sonra bocalayarak konuştu: “Sen kararını vermişsin bir şey diyemem. Hukukta çok güzel bir bölüm. Kendin için hazırlanıyorsun. Kararına sahip çık. Sen bilirsin! dedi. Bende içimdekini söylemenin huzuruyla sevinerek, salona, her zamanki köşeme kitap okumaya gittim. ‘Unutulmuşlar Meleği’ isimli yabancı bir yazarın kitabını okuyordum. Oradaki doktor terkedilmiş cüzzamlı hastaları kurtarıyor onların meleği oluyordu.
Ben de suçsuz insanların meleği olacaktım. Hayallerimin coşkusuyla dershaneye başlamıştım. Babam maddi sıkıntılarını öne sürerek: “Lisede iki yıl dershaneye gittin. Artık evde çalış. diye baskı yapmaya başladı. Bende dershaneyi araya koyarak: “Bu yıl kazanacağım. Beni vermeyin.” diye ağladım. Onlarda devreye girdi babamı ikna etti. Borcunu ertelediler. Evde dursam kesinlikle çalışamayacağımı biliyordum. Annem beni rahat bırakmazdı. Tek bildiği: “Komşunun kızları annesine sürekli iş yapıyor. Tek sen yapmıyorsun. Kitap kitap! Neymiş bu okumak? Yarın senden iş isterler. Koca kız oldun artık…
İLERLEDİĞİM HER ADIMDA KENDİMİ TAKDİR EDERİM!
Dershaneye başladığım ilk günden beri, bu benim için çok büyük bir fırsat diyerek derslerimi günü gününe takip ettim. “Matematiği de hukuk için öğreneceğim.” dedim. Tek bildiğim hedefime varmaktı. Çok çalıştım, kafa yordum. Matematiği rasyonel sayıları tam öğrenerek geliştirdim. Öğretmenin anlatmadığı ve hiç bilmediğim matematik konularını bile kaynakların konu anlatımlarına çalışarak, notlar tutarak, ısrarlıca çalışıp kendi kendime öğreniyordum. Kafayı taktım bir kere. Her ilerlememde kendi kendimle gurur duyuyordum. Bir buçuk ay sonra sınıf içinde matematik problemlerini hızlı yapmayı öğrendiğim gibi beynimde yapmaya da çalışıyordum. Ve nitekim bir süre sonra artık kağıt kalem kullanmadan beynimde çözerek, hızlıca cevap veriyordum.
Çok şaşırmıştı herkes. Çünkü beni bu şekilde tanımıyorlardı. Kazanamamak kelimesini kaldırmıştım, sözlüğümden. Bu iş ya olacak, ya olacak diye sürekli çalışıp, çözüm ürettim. Üniversitesiz bir hayat düşünmedim. İsmi olan bir üniversite okuyacaktım. Sıradan bir yeri okumak istemiyordum… Ders çalıştığım salon klasik, sözsüz müziklerin kısık sesinde büyüyordu, hayal bahçemin büyüklüğünde… Müzikle ders çalıştım ama hep kısıktı sesi.
Bazen konularda çok ilerlediğimde, zorlu problemleri çözdüğümde, zor görünen bir konuyu tam öğrendiğimde, hareketli bir müzik koyuyor son seste sevinç dansları ediyordum, çılgınca… Zaman zaman dünya klasiklerini de okuyordum, ders aralarında. İçimden o yıl belki iki bin kez “kazanacağım. Başaramayacağım hiçbir şey yok.” demişimdir, coşkuluca. Sürekli hayalimi bir dakika sonra oluverecekmiş gibi gözümün önünde tuttum. Başkalarıyla konuşurken bile hayalimin içindeki avukat Tülay Hanım olarak konuşuyordum; farkında değillerdi. İşte hayal böyle kurulur. İçinde yaşanılmayan, derinden hissedilmeyen, sizde güçlü arzular uyandırmayan hayal, hayal değildir.
HER ŞEYİ BEYNİMDE PLANLAMAYI SEVİYORUM!
Kağıt üzerinde bir programım yoktu. Öyle gerçekçi olmayan sabitlenmiş saatlere gelemem. Özgür ve duruma göre çalışma yapmayı severim. Doğrusuda budur. Hayranı olduğum büyük önder Atatürk’te durumu görmeden plan yapmazmış. Bende hala öyleyim; ortamın iklimine göre kafamda planlar yaparak daha etkili çalışırım. Tabi çalıştığım konuları, çözdüğüm çözmediğim testleri vb her şeyi kafamda takip ediyordum. Duruma göre tekrarlar yapıyor, soru çözüyordum. Hem günlük işlenilen konuları çalışıyor hem de geçmiş konuların hangi aşamasındaysam onları en iyi hale getiriyor ya da seviyesini koruyordum. Eee bir kafa taşıyorsam hakkını vermeliydim. Beynimi ben çalıştırmazsam kim çalıştırırdı? Ya sizinki kimin elinde? Başarılı ve etkileyici insanları örnek aldım, onlara sezdirmeden başarılarının ya da etkileyiciliğinin sırlarını öğrenmeye çalıştım; kendime uyarladım. Her insanın kişiliğinde, çevresindeki olumlu örneklerin gücü kadar, iz oluşur.
Hayatımda bu yıl çalıştığım kadar hiç çalışmamıştım. Son bir buçuk ay her gün, 2-3 saatlik uykuyla duruyordum ama büyük bir enerjiyle hayalime sıkı sıkıya sarılı çalışıyordum. Hayal kuruyor, hayalimle coşuyor, hemen arkasından bir soru daha bir konu daha diyordum, İçimden defalarca slogan attım, kitap ve defter sayfalarında hukuku ve kendimi avukat olarak görerek çalıştım. Defterlerime, kitaplarıma, testlerime sloganlar, etkili sözler yazdım. İçten hayal kurmak, derinden coşkulu bir slogan atmak bir zevkli ki anlatamam. Kendim için diyorum: bir tohumu bir çınar yapmak eşsiz bir büyüydü. O dualarla başarılı olmak isteyen, kırık yürekli küçük kız, çalışmanın ellerinde yeşeriyordu. Şartlarındaki olumsuzluklarla işi yoktu. Elindekilerden bir hayat yaratmaya çalışıyordu. Kendi gücüne dayanıyordu.
Babam alın terini sürekli överdi. Alın terinin ne olduğunu, zevkini ve derinin büyüklüğünü o çalışmada anladım. O verdiğim mücadele ile hala gurur duyarım… Çocukluğumun karanfil kırılganlığındaki yollarında, yaşadığım ve verdiğim mücadeleleri, üniversite yıllarımı ve sonrasını anlatsam gerçekten tüm duyguları aynı anda yaşayacağınız etkileyici ve şaşırtıcı bir roman olur. Neyse, ekonomik sıkıntımızdan dolayı babama yük olmamak için sadece iki tane konu anlatımlı matematik kitabı ve bazı sayıları eksik ÖYS hazırlık dergisi vardı elimde. Varım yoğum bu kadardı. O zaman her dersin tüm konularından sorumluyduk, ÖYS de. Bu kadar kaynağımla çok iş yaptım. Konuların mantığını kavradıkça her tip soruyu yapabiliyordum. Ders çalışırken çok eğlenirdim; kimi soruyla dalga geçer, kiminin canına okurdum. Kimiyle kimsesiz çocukları kurtaracağım ilerde hadi bunu da yap. Yaparsan kurtarırsın derdim. Kimiyle ben çok güçlüyüm diye içimden haykırırdım sonra da eğlenerek masada trompet çalardım. Sınavlarda dikkatsizlik yaşayınca gözümü iyice açarak ben dikkatli bir insanım diye diye gözüme ilk çarpan şeye iyice bakar; üstünde çizgi, leke, renk farklılığı, işaretler vb ne var ne yoksa bulurdum.
İlk başta günde bir çok kez yaparak 4-5 gün sıklıkla yapmıştım. Bu şekilde dikkatimi arttırdım. Bu teknik işe yaradığı için ara ara da tekrarladım Okumayı çok seviyordum. Halada çok okurum. Okudukça dünyam büyüdü. Hala da büyüyor. Her ilerlemem ve gelişmemde kendimle gurur duyarım: Çok zorlu yollar aştım. Bir söz vardır: ‘Rüzgar ne kadar kuvvetli eserse ağaçlarda o kadar sağlam olur.’ Gerçekten de ünlü filozof Nietzsche de: ‘Beni öldürmeyen her sorun, beni daha çok güçlendirir.’ diyerek sorunların aynı zamanda insan gelişiminin bir parçası olduğunu ifade etmiştir. Yaşam tecrübelerimde bunu doğruluyor. Yoksa gücünüzün nerelere uzanacağını nasıl anlayacaksınız?
SON GÜN DAHİ ÇALIŞTIM; SINAV GÜNÜ BAŞIMIN ARKASINDA UR ÇIKTI SANDIM!
Ertesi gün 1993 ÖYS var. Ancak ben hala saat 21.30 olmuş yoğun bir şekilde çalışıyorum. Kafam duracak korkusuyla kalktım masanın başından. Kafamın her yeri uğulduyor. Çok sıkmışım kendimi. O güne o saate kadar çok yoğun çalışmıştım. Masadan kalktığımda bile hala konu eksiklerim vardı. Kaynak eksikliği ve dershanede bazı konuları göstermemişlerdi. Neyse yeter bu kadarı demiştim. O kadar sıkmışım ki kendimi her şey dönüyor etrafımda. Neyse biraz evin içinde gezindim ve yattım. Kafamda hayaller, formüller, uğultular dört dönüyor. Uyuyamazsam ne yaparım dedim. Bir an tedirgin oldum. Sonra kendimi kontrol altına alarak, ne olursa olsun bu sınavdan başarıyla çıkacağım dedim. Zar zor uyumuşum.
Ertesi sabah erkenden babam kaldırdı, beni. Gözümü zor açıyorum. Uykumu tam alamamışım. Ama tam başımı kaldıracağım yataktan ağır bir baş ağrısı ve kafamın içinde zonklama. Eyvah migrenim tutmuş. Tam zamanı. Kalktım içimde bir heyecan. Başımın arkasında ense tarafında sanki iki tane orta boy patates asılmış. Ur çıktı zannettim, korktum bir an. O korkuyla hemen yokladım. Elime bir şey gelmedi. Ama çok eminim: Var. Orada bir şişlik var. Hissediyorum. Bir aynanın önünde durup başka bir aynayla enseme doğru baktım: Yok. İnanamadım babamlara sordum: “Yok bir şey.” “Emin misiniz?” “Yok kızım eminim.” Sonra kendi kendime: “Hızını alamazsan işte böyle olur. Tamam önemseme artık” dedim kendi kendime. Kahvaltı edip, sınav gereçlerini aldıktan sonra babamla sınav yerinin yolunu tuttuk.
Kafamdaki ağrı canımı yakıyor. Migrenim tutunca dikkatimi zor topluyorum: Bu sınava sedyeyle bile gitsem kazanacağım.” diyerek sınav salonuna girdim. Kafamın içini boş tutmaya çalıştım. Etraftaki insanları robot gibi izledim duygusuzca… Bulduğum bu yöntem kendimi dış etkilere karşı koruma kalkanıydı. Of! Başım ne zonkluyor ama! Normalde bu ağrıda dayanamaz ağlardım. İlk sınav kitapçıkları dağıtıldığı zaman sayfalarına göz attım. Bildiğim bazı konular gözüme çarptı. Sevindim. Bu sınavı, başaracağım dedim. ilk Türkçe’den başladım. Ama ilk beş altı soruyu yapamadım. Soğukkanlı davranıp her sayfadaki gözüme çarpan kolay soruları yaparak ısınma turu attım. “ Haydi dayan Tülay hukuk için.” diye diye ilerlerken bir yerde beynim durdu. İtekliyorum çalışmıyor. Şakaklarımı ovaladım. Bir an korktum, kilitleniyorum sandım. Sakin ol dedim içimden. Sakin ve huzurluyum diyerek hissini içime yaydım, korkuyu büyütmedim ve ne yapabilirm diye hızlıca düşündüm. Uzun süredir, çözüme odaklı davrandığımdan beynimde hemen şu düşünce oluştu. Gözlerini kapa ve beynini boşa al.
Elimle gözümü kapattım. Uzayı getirdim aklıma. Sarı kısa bir saman tanesi uzayda kayarak gözümün önünde ilerliyordu. Boş boş bir süre baktım ona. Düşünce geleceği zaman: “ O saman tanesi benim ve beynim yok” hissini uyandırıp kafamı bu şekilde boş tuttum. Bunu 3-4 dakika yaptım. Gözlerimi açınca kafam o kadar dinlenmişti ki. Tazelenmiş bir enerjiyle devam ettim. Hukuk için derken yaptıklarım gözüme az geldi ve bilmediğim bazı soruları da yaptım tabi. Bu yaptığım sonradan gördüm ki bana bayağı puan kaybettirmişti. Beynimin yorgunluğundan ve zorlu ağrıdan zaman zaman bir kağnıyı itekler gibi zor hareket ettim. Soruları turlayarak çözdüm.
Böylece kafamı gereğinden fazla zorlamadığım gibi, zaman kazanıyordum, tüm sorular için. Başımı elime dayayarak, ara sıra kısa kısa dinlendirerek güç topladım. Elimden gelenin en üst sınırını zorlayarak, kendimi sınav boyunca motiveli tuttum. En büyük sınav kriz anlarında güçlü davranabilmektir. Biliyor musunuz; benim sınava ilk çalışmaya başladığımdan bu yana motivasyonum çok güçlü, bir şekilde devam etmişti. Bunun nedeni yazımın içinde gördüğünüz gibi kendi kendime konuşarak, sürekli olumlu heyecan verici, motive edici ve güçlendirici konuşmalar yapmış olmamdı. Tüm sınav boyunca sınav bitimine kadar kriz anlarında güçlü kalmıştım şimdi de. Farkına varmadan çok güçlü bir tekniği uygulamışım: Kriz ve stres anlarında kendi kendine yol gösteren konuşmalar yapmak. Sınav bitmişti artık. “Oh be!” dedim ve merdivenleri koşarak inip babama doğru koştum. Kendimden emin, verdiğim mücadeleye inanarak: “Baba ben kazandım.” dedim. O da: “Haydi hayırlı olsun!” dedi gülerek.
İÇİMDEKİ ÖZGÜRLÜĞÜ HİSSETTİM!
Eve doğru giderken güneşe bakıyordum ara sıra, gülümseyerek. Güneş ışınları tenimden içeri can verir gibi giriyordu. Kutsuyordu sanki beni. Hava enfes kokuyordu. Hafif esen rüzgar yüzümü şefkatle okşuyor, kuşlar benim için şarkı söylüyordu. Zihnimde, bu manzarada bir semazen gibi döndüğümü düşündüm bir süre… Derin bir nefes aldım. Niğde’nin çevre yoluna baktım. Yolcu otobüsleri geçiyordu; kocaman gülümsedim. Bekle beni üniversite geliyorum…
Tülay ÇALISEKİ
KAYNAK: turkpdr.com