Matematik Karşısında Neden Bocalıyoruz-3
ANADOLU AÇILIMI (YUNUS EMRE)
Yazımızın 2. bölümünde, 3. bölümde Adanalı anne ile yazışmalarımızı ve sonucunu paylaşacağımızı söylemiştim ama sizlerden tekrar özür dileyerek neden bunu 4. bölüme bıraktığımızı açıklayayım.
2. bölümde bahsettiğim gibi daha önce kitabımı da almış Adanalı bir anne 6.sınıfa giden kızı için benden yardım istemişti. Annenin anlattığına göre kızı ders yönünden bilhassa matematikten çok berbattı. 6.sınıfa gelmiş ama çarpım tablosunu bile hala öğrenememişti.
Durumu bir maille paylaştığım Ankaralı bir anne aşağıdaki cevabı vererek televizyondaki kadın programları gibi şov yapmaya çalıştığımı düşünüyordu. Ama durum hiç de onun zannettiği gibi değildi. Çünkü ben 1996 yılından bu yana zorluklar karşısında yılmayan, sözlüğünde "OLMAZ" kelimesi bulunmayan gerçek bir eğitimcinin öğrencisiydim.
Adanalı anne benden yalnız bir kızı için yardım istemişti. Fakat benim mücadele timsali ve örnek rehberim Dürdane ELHAN Hocam bu durumu yıllar önce 35 öğrencilik bir sınıfta hem de öğretmenliğinin ilk yılında yaşamıştı.
Dürdane Hocamın yeni göreve başlamış genç bir öğretmene kurulmuş tuzağı nasıl fırsata çevirdiğini biliyordum. Evet, evet tuzak dedim. Okuyunca siz de güya tecrübeli öğretmenlerin ve okul müdürünün beraber bir genç öğretmene oynamaya kalktığı oyuna şahit olacaksınız. Ben bir eğitimci olarak oynanan oyuna en hafif ifade ile tuzak dedim. Bakalım siz okuyunca ne diyeceksiniz.
Şimdi önce benim bu anneye yardım edelim çağrıma cevap veren annenin yazısını, daha sonra da Dürdane ELHAN Hocamın ibretlik olayını ve kahramanlık hikayesini, ardından da yakın arkadaşım ve dostum Hikmet KÜÇÜK Hocamın başından geçen küçük anekdotu okuyalım.
Kusura bakmayın dostlar Adanalı anneyle olan yazışmalarımı bu bölüme almadım ama benim gerçek ustam Dürdane Hanımın yazısını okuyunca, öğrencisi Necip GÜVEN’in başından geçen olayın sonucunu zaten kolaylıkla tahmin edeceksiniz. 4.Bölümde ise sonucunu bildiğiniz bir filmin detaylarını izlemiş olacaksınız.
ANKARALI ANNE "Necip Bey, lütfen kusuruma bakmayın ama bu "Bir annenin feryadı!" başlıklı yazı karşısında ağlasam mı gülsem mi bilemedim. Siz çocukların dört işlemden başlayarak matematiği sevmelerini sağlamak amacıyla velilere yol gösterecek bir matematik kitabı mı yazmayı istiyorsunuz, yoksa içinde bol acıtasyon olan ve sabahları tüm kanallarda rastladığımız türden bir kadın programı çekmek mi? Nedir bu "gözyaşları içinde bana hissettiklerinizi yazın, birlikte gözyaşları içinde okuyalım. Ama sonunda göreceksiniz dinecek bu yaşlar, feryatlar...vs".
Sizin iyi niyetinizden ve çocuklara duyduğunuz sevgiden hiç şüphem yok, ama daha önce olduğu gibi bir kez daha dostane bir tavsiyede bulunmak isterim. Lütfen çalışmalarınızı bilimsel ve akademik konularda yoğunlaştırın. Bugüne dek gönderdiğiniz yazılarda gerçek matematiği bulmak çok zor. Birileri size ne yazmış, siz onlara ne demişsiniz gibi bilgiler aklı başında anne babaların ve eğitimcilerin hiç birinin ilgisini çekmez. Siz, yazılarınızda insanlara: "Çocuğunuza matematiği sevdirmeniz mümkün", "Bu konuda size yardım edebilirim" mesajlarını çok güçlü veriyorsunuz ama "Nasıl?" sorusunun cevabı eksik kalıyor. Size bilimsel ve akademik çalışmalarınıza ağırlık verin derken demek istediğim asıl şey, işte bu "Nasıl?" sorusunun cevabını insanlara güven verici bir şekilde aktarabilmeniz içindir."
KRİZİ FIRSATA ÇEVİRDİM (Eğitim Uzmanı Dürdane ELHAN)
Elazığ Kız öğretmen okulundan dereceyle mezun olmuş, heyecan duyduğum öğretmenliğe bir an önce başlayabilmek için acele ediyordum. Okulların açılma arifesinde kalp hastası olan babamı aniden kaybettim. Büyük bir üzüntü içinde kalmış çok sevdiğim mesleğime ancak bir hafta sonra Turhal Tokat Atatürk İlkokulunda göreve başlayabilmiştim.
Okul müdürü okutacağım sınıfa kadar beni götürdüğünde içeride hababam sınıfından beter karmakarışık bir grupla karşılaştım ...Sınıfa tanıtıldıktan sonra okul müdürü gitmiş ben tek başıma öğrenciler ile baş başa kalmıştım.
Onları daha yakından tanıyabilmek için isimlerini tek tek okuyarak, kısa sorular sormaya başladım. Fakat sorularıma çoğunlukla cevap alamayışım beni tedirgin etti. Küçük afacanlar benimle oyun mu oynamaya başlamışlardı? Gerçi bazı çocukların yaşlarının büyük olduğu görünümlerinden belli oluyordu.
İsim okumayı bırakarak "Bu yıl okula yeni gelen çocuk kaç tane, elini kaldırsın" dedim. Sadece beş tane el kalktı. Sorum anlaşılmamış mıydı acaba? Tekrarladım sorumu. Sonuç değişmedi.
Bu kez iki yıldır okula gelenler kimler dediğimde on bir, el kalktı.
Üç yıldır okula gelenler? Sekiz,..
Dört yıldır okula gelenler altı, beş yıldır okula gelenler dediğimde de beş kişi elini kaldırdı.
Dershane adeta başıma yıkılmış enkazın altında kalmış gibi zor nefes alıyordum. Otuz beş öğrencinin sadece beşi bu sene kayıt olmuştu.
Okula bir hafta geç başlamam, birinci sınıfı okutan diğer öğretmenlerce fırsat sayılarak tüm sınıfta kalanlar bana ayrılan şubede toplanmıştı. (O zamanlar sınıfında başarılı olamayan öğrenciler tekrar tekrar aynı sınıfa devam edebiliyorlardı.)
Beynimde çakan şimşeklerle kendimi müdür odasında buldum. Durumu açıkladığımda müdür bey sınıf listelerinin sabitleştiği, yapılacak bir şeyin olmadığı soğuk bir ifadeyle belirtildi ..
Ne yapacaktım? Öğretmen okulundan derece ile mezun olan ben, böyle bir sınıfta başarılı olamayacak mıydım? Tecrübesizdim ve acılıydım, koskoca bir ilçede yapayalnızdım. Beni dinleyecek ne bir dostum ne bir arkadaşım vardı. Her şey yabancı, soğuk ve acımasızdı. "Öğrenemeyen çocuk yok, yeterince zaman ve emek verilmeyen öğrenci var" tezini daha önceden kabullenmiştim.
Bu düşüncenin beynimdeki ablukası "Bu çocuklar için ne yapabilirim?" sorusunu sürekli bana düşündürmeye başladı. Okul çift öğretim yapıyordu. Benim öğrencilerim sabah gelip, öğlede eve gidiyorlardı. Ne yapıp edip öğretim süresini uzatmalıydım. Bu düşüncemi okul müdürü ile paylaştığımda okulda küçük bir harita odasından başka yer olmadığını söyledi. Hemen o odayı temizletip, birkaç sıra koydurarak eski bir yazı tahtasının da ilavesi ile dershane şekline soktum. Bir taraftan da veli toplantısı yaparak düşüncelerimi velilere açıklayıp onaylarını aldım. Sabahtan başlayarak tüm çocuklarla akşama kadar öğretim yapacaktım.
Sabahları tüm sınıfla eğitim öğretim yapıyor, o günkü çalışmaları kavrayamayan öğrencileri ayırıp öğleden sonra harita odasında öğrenime devam ediyor, geceleri geç vakte kadar meslek kitapları okuyarak zorlandığım sorunlarıma cevap bulmaya çalışıyordum. Sıkı bir çalışmayla, olumlu sonuç alacağımdan emindim. Bu arada sadece okuma yazma öğretmek değil, çocuklarla birtakım sosyal faaliyetlere de yer veriyordum ... Ne olursa olsun bu çocuklar okuma yazmayı öğrenmeli cehaletle savaşabilecekleri ilk adımlarını atmalılardı.
Yıl sonu geldiğinde %88 öğrenci okuma yazma öğrenmiş, müfettişten övgü dolu bir rapor almıştım. Okuldaki bölge kitaplığında da sağa sola atılmış tozlanmış birçok kitabı "Dewey sistemine göre düzenleyerek kitaplığa işlerlik kazandırdığım için" validen takdir belgesi ile ödüllendirildim.
Alınan sonuçtan memnundum. Ancak benim stajyerlik sınavları için -bir başka okulda jüri önünde ders vermem gerektiği için- okulumdan birkaç gün ayrılmam gerekti. İkinci gün akşam üzeri pencereden baktığımda okul kapısında bir kargaşa olduğunu gördüm. Derse gitmeyince öğrencilerim beni aramış ve bir başka okulda olduğumu öğrendikleri için toptan bulunduğum okulun kapısına dikilmişlerdi. Öğretmenlerini istiyorlardı. Eğer öğretmenleri burada kalacaksa onlarda bu okulda devam edeceklerdi. Duygulanmıştım... Göz yaşları içinde çevremi sarmış ağlaşıyorlardı.
Gerçekten çocuğu severek içtenlikle öğretmenlik yapanların ödülü buydu işte. Otuz sekiz yıldır isimleri sınıfları değişen farklı çocuklar ve gençlerle beraber çalışmaktan keyif alıyor, onları çok seviyor eğitim öğretimlerine katkı yapabildiğimde mutluluk duyuyorum..
Necip Güven
(*)Dürdane ELHAN Psikolojik Danışman-Eğitim Uzmanı
GÖRDÜKLERİM KARŞISINDA ŞOK OLDUM!
Bir sebeple İnternet kafeye işim düşmüştü. Bir ara yan masadan, "İyi günler hocam!" diye biri seslendi. Okulumuzun kaynaştırma sınıfı öğrencilerinden biriydi. Kolay gelsin oğlum dedim. Bilgisayarda oyun oynuyordu. Oynadığı oyuna göz attığımda benim de bildiğim ilerlemeli bir oyun oynadığına şahit oldum.
Belli etmeden takibe koyuldum. Teker teker yapılması gerekenleri yapıyor, bölümlerdeki problemler neyse çözüyordu. Aramızdaki bir çok yetişkinin başaramayacağı bir şekilde oyun oynuyordu.
Okul dışından birisinin, o öğrencinin kaynaştırma öğrencisi olduğunu bilmesine imkân yoktu. Ama ya aile ya okul ya eğitim sistemi ya da toplum, kendinden suçu atmış, o kişinin var olan yeteneklerini değil kendisinde olmayanları öne çıkarmış ve sen kaynaştırmasın diyerek, suçluyu bulmuştu!
Hikmet Küçük / Eskişehir Ziya Gökalp İ.Ö.O Md. Yrd./