Anlamak Tutkunu Bir Matematikçi, Türkiye’nin Aynştayn’ı... CAHİT ARF
Tosun Terzioğlu-Akın Yılmaz
Türkiye Bilimler Akademisi –Yayınları / 2006
Hazırlayan: Ramazan Bakkal
Dünya çapında üne ve saygınlığa sahip bir Türk Matematikçisi, Ordinaryüs Profesör Cahit Arf, Karadeniz Teknik Üniversitesinden onur doktorası ödülü alacaktı. Cahit beyle birlikte bir grup matematikçi Ankara’dan Trabzon’a gittik. Tören ertesi gün yapılamadı. 12 Eylül müdahalesi olmuş. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiş. Sıkıyönetimden alınan özel izinle 13 Eylül’de yapılabilen törene çok az davetli katılabildi.
Giriş
Selanik Posta telgraf memurlarından Yusuf Bey, 1910 yılının 11 Ekim günü öğleye doğru müjdeli haberi aldığında amirinden izin alıp evine koştu. İlk çocuğu dünyaya gelmişti....Osmanlının yayılma döneminde Konya civarından göç ederek Mora yarımadasının Adriyatik kıyısındaki Yenice kasabasına yerleşmiş dedeleri.
Çocukluğumda mütemadiyen kâğıttan oyuncaklar yaparmışım. Bu bir bakıma faydalı olmuş. Oyuncak icat ediyor ve mütemadiyen etrafımı müşahede etmeye çalışıyordum. 19
Cahit’in asıl eğitimi 1917 ‘de Beşiktaş Sultanisinin birinci sınıfında başladı. Aynı yıl babası görevle Hamburg’a gönderildi. Türk-Alman dostluğunun pekiştiği zamanlardı ve Tür PTT’cileri Almanya’daki gelişmeleri görüp öğrenmeliydiler. Cahit’in sokakta oynamasına oldum olası izin verilmiyordu. O yıllarda memur aileleri genellikle çocuklarını evde tutar, onların mahalle çocuğu olmasını istemezdi. 23 Komşu çocuğu Hazım’la gidip gelmelerine izin vardı. Hazım’da kâğıt, tel, makara gibi basit malzemeler kullanarak oyuncaklar yapardı.
Aziz Amca
Aziz amcamın eğlenceli ve birbirinden ilginç buluşları da Cahit’in yalnızlığını hafifletmekteydi. O günlerde Aziztahta çıtalar kullanarak üç küçük sandal yapmıştı: aslında sandaldan ziyade birer küçük dubaydı bunlar Sandalları bahçede yan yana birleştirip, ortadaki sandalın üstüne bisikletini yerleştirdi. Bisiklete öyle bir mekanizma eklemişti ki pedalı çevirdiğinde isterse tekerlekleri döndürüyor, isterse zinciri başka bir dişliye aktararak sandalın pervanesini çalıştırıyordu. Böylece Aziz, hem karada hem denizde gidebilen bir araç icat etmiş oldu.
Ne var ki annesinin kesin yasakları yüzünden bu ilginç aracı denizde deneme zevkini tadamadı.
Aziz evin alt katındaki küçük boş odayı laboratuvara çevirmiş ve bazı kimya deneyleri yapmaya başlamıştı. Arada bir patlamalara yol açıp ev halkını telaşlandırıyordu. Babaanne “şeytan işi” dediği bu tür çalışmalara kızar, gizlice deney odasına girip etrafı karıştırırdı. Aziz bunu engellemek için iki tane tahta haç yapıp bunları siyaha boyadı ve kapının iki yanına astı; o günden sonra Hatice babaanne odaya yaklaşmadı.
Aziz biricik çırağı Cahit’e durmadan sorular sorar, onu teknik konular üzerinde düşünmeye yönlendirirdi.
DENEY PROGRAMIN'da kullan bu olayı
Bir gün evdeki kazana su doldurup, içine soktuğu bir hortumla suyu boşaltmaya başladı ve “Söyle bakalım nasıl boşalıyor bu su?” dedi. Amcasının kitaplarından pek çok bilgi edinmiş olan Cahit. Suyun hava basıncının etkisiyle boşaldığını anlattı ve kocaman bir aferin aldı.
Hava basıncı yukarıdan suya baskı yapıyor. Hortumun içinde hava basıncı olmadığı için yükselmesinin izahını bir fizikçiye yaptır...
Cahit’in zihin gelişiminde Aziz amcası gerçekten önemli bir rol oynuyordu. Cahit bunu hayatı boyunca minnetle hatırlayacaktı. 24
Mahalledeki Avusturyalı gelinin Cahit çok akıllı, yetenekli, Sultanide harcanmasın, Avusturya okuluna gönderin diye aileyi ikna etti. Cahit Alman kültürüyle de tanışmış oldu. Öğretmen önlüklerinin arkasına işlenmiş haçlar, imparator ve imparatoriçenin duvardaki portreleri, “Çocuklar uslu, çevik ve temiz olmalıdır” yazısı Cahit’in belleğinde yer eden ayrıntılardı. Bir de dua saatlerinde (Baba, oğul ve kutsal ruh adına diyerek el hareketleri yapmaları ve ardından Latince dua etmeleri ...)
İki hafta sonra Mondros mütarekesi imzalanınca bu okul kapatıldı.
Mütarekeden sonra şehirde günlük hayat normale döndü. İngilizlerin gelişiyle birlikte beyaz un yeniden piyasaya çıktı ve savaş süresince esmer ekmekle yetinen halk neredeyse fırınlara hücum etti. İstanbul galip devletlerin kontrolü altındaydı. Geleceğin nelere gebe olduğu belli değildi.
Bu arada Aziz yine teknik yaratıcılığını göstermiş, sivil kamyonları silahlı araçlara dönüştürmek için pazı planlar ve çizimler yapmıştı. Bunları o sırada İstanbul’a dönmüş olan Mustafa Kemal’e göstermek üzere Zübeyde hanımın Akaretlerdeki evine gitti. Mustafa Kemal artık tuğgeneral rütbesindeydi ve Çanakkale’deki başarılarından beri herkes ondan söz ediyordu. Mustafa Kemal onun planlarını çok beğendi. 26
Cahit Sultaninin ikinci sınıfında. Çahit’in arkadaşları kitaplarına karton kapak yaptırmışlardı, o da özendi. Babasıyla birlikte bir ciltçiye gidip kitapları verdiler. Cahit kitapları almak için ciltçiye koştuğunda tatsız bir sürprizle karşılaştı. Farklı boyutlardaki bütün kitaplar tek cilt halinde toplanmıştı. Hayal kırıklığı yaşadı ama hayatının temel ilkelerinden biriyle tanışmış oldu:
“Her ne iş yapıyorsan, en iyi biçimde yap ve işinin ustası ol.”
Cahit okula giderken yeşil bir palto, kırmızı bir atkı ve vişne koyusu bir fes giyerdi.
Rumlar 1919 baharında yine taşkınlık yapıp Türklere karşı saldırılara giriştiklerinde, arkadaşı Nesil kendini korumak için yanında bıçak taşımaya başlamış, Cahit’in de bir bıçak bulmasını istemişti. 27
İzmir soruşturması
O günlerde Padişah Vahdettin’e İzmir’de bir PTT memurunun KuvayiMilliye’ye bilgi sızdırdığı yolunda bir ihbar yapıldı. Posta Telgraf Nezareti bu konuyu araştırması için Cahit Arf’ın babası Yusuf Bey’i İzmir’e gönderdi. Durumu inceleyen Yusuf bey “Böyle bir problem olmadığı” yolunda rapor hazırlayınca derhal işine son verildi. Yusuf bey atıldığını gazetelerden öğrendi.
Çocuklara duyurmamak için karısıyla kısık sesle konuşuyorlardı. Lütfiye hanım üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu. Yusuf bey ailesiyle vedalaşıp İnebolu yoluyla Ankara’ya gitmek için bir tekneyle yola çıktı.
1919’da Atatürk Anadolu’ya geçmişti. O zaman babam Ankara’ya gitti. Bir müddet sonra bizde peşinden gittik. O sıralarda benim matematikte temayüz ettiğim şey, bilhassa gramer. Zaten o sırada matematikle bir alâkam yoktu. 28
İNEBOLU:
Bir tellalın bağırarak kasabada dolaştığını herkesi limana çağırdığını duydu. Rusya’dan silah yüklü bir tekne gelmişti ve hemen boşaltılması gerekiyordu. Kasabada kadınlar ve çocuklar dahil yardıma koştu. Cahit de gitmek istedi. Annesi bırakmadı. Cahit ilk kez annesine karşı çıktı ve hırsından ağlamaya başladı.
Bir başka gün, işgal altındaki İzmir’den geldiği sanılan bir Yunan kruvazörünün kasabayı topa tutacağı haberi yayıldı. Kasabalılar çevredeki tepelere sığınıyorlardı. PTT’ciler Cahit’le ailesini bir at arabasına bindirip tepeye götürdüler. Neyse ki, bir Yunan gemisi bütün gün kasaba açıklarında dolaştıysa da ateş açmadı, akşama doğru çekip gitti. ...PTT müfettişliği görevine getirilen Yusuf bey Kastamonu PTT müdürü hakkında yoğunlaşan şikayetleri araştırmak üzer oraya gidecekti. Görevin ne kadar süreceği belli olmadığı için ailesinin oraya gelmesini uygun gördü.
Kastamonu
Yusuf bey Kastamonu PTT müdürünün azledildiğini ve yerini bir süre kendisinin dolduracağını anlattı. Cahit’i Kastamonu sultanisine yazdırdılar. Üçüncü sınıf öğrencisiydi artık. Kardeşi Dündar ise öğrencilerin yere diz çökerek ders gördüğü Yarepçi mektebine verildi. 28.29 Cahit bir gün sokağı seyrederken İstanbul Sultanisindeki matematik öğretmenini gördü ve yanına koştu. Öğretmen bir at arabasıyla Ankara’ya gitmekteydi. Yaptıkları kısa konuşma Cahit’i çok duygulandırdı. Mücadeleye katılacak yaşta olmadığı için hayıflandı.
Yaz geldi. Okul tatile girdi. Yusuf bey Adana PTT müdürlüğüne atandı. Önce Ankara’ya sonra Adana’ya geçeceklerdi. İki at arabası bulundu. 5 günde Ankara’ya vardılar. Eşyaları taşıyan araba bir köprüden geçerken devrildi. Bazı eşyalar suya düştü. Kurtarmak için dereye girdiler. Yerleştikleri otelde Islak eşyaları kurumak için duvardan duvara ipler gerip astılar.
Otelin penceresinden etrafa bakarken ağaca konmuş bir kuş gördü. Lastikli sapanıyla taş attı, Kuş yere düşünce yanına gitti, baktı sersemlemişti kuş. Aldı, sevdi, Toparlandı kuşcağız ve uçup gitti. Sapanının fırlatıp attı. Bir daha böyle bir şey yapmamaya yemin etti.
Yol
Yine araba bulundu, bir sabah erkenden yola çıktılar. Kayseri, Kırşehir, Niğde üzerinden gidilecek. Yolda üstü toprak damlı hanlarda kalınıyor. Geceleri üstlerine su damlıyordu. Islanmamak için tavana çarşaf geriyorlardı. 4. Sınıfı Adana Sultanisinde okudu. Adana Sultanisinin öğrencileri de vatanseverlik heyecanıyla doluydu. Fransız işgalinin de etkisiyle şehirde milliyetçi duygular doruktaydı. Küçük Dündar bile sabahları okula giderken omuzunda bayrak taşıyordu.
Cahit o yıllarda sahip olduğu duyguyu şöyle anlatıyor:
“Çocukluğum, toplumda millî duyguların yeni yeni oluşmaya başladığı bir dönemde geçti. Okulda ve aile çevremde bu duygular sürekli işleniyordu. O günlerde koyu Müslüman ve milliyetçi bir çocuk idim. Övünülecek şeyler sadece kahramanlıklar, savaş kazanmalar, ülke zapt etmeler ve dini değerlerdi.
Bütün keşifleri biz yapacağız.
Türkçe;
Komşu kızlardan biri Fransızca yazıları tercüme ediyordu. Annesi “Bak sen de Alliance okulunda öğrendiğin Fransızcayı ilerletirsen, o abla gibi tercüme yapabilirsin” deyince küçük milliyetçi beklenmedik bir cevap verdi. “Ben yabancı dil öğrenmeyeceğim artık. Çünkü öyle büyük bir devlet olacağız ve milletimizden öyle büyük adamlar çıkacak ki, bütün keşifleri biz yapacağız ve bütün dünya Türkçe konuşacak; asıl onlar bizim dilimizi öğrenmeye mecbur olacaklar.”
Öklid’le tanışma
İzmir Düşman işgalinden kurtarılınca Yusuf bey İzmir PTT müdürlüğüne tayin edildi. Sonra İzmir’e taşındılar. Nazmi İlter adında bir matematik öğretmeni vardı. , onun yazdığı kitaplar okunurdu liselerde. Bir de okul müdürünün kardeşi genç öğretmen vardı. Matematiğe olan ilgim o adamla başladı. Öklid geometrisinin Pisagor teoremine kadar bütün teoremlerini ispat ettirdi. O zamana kadar gramerdeki başarımla övünen annem babam, “bizim oğlan ne güzel matematik beceriyor!” diye övünmeye başladılar. Onlar övündükçe ben de heveslendim ve o andan itibaren ben de her insan gibi alkışlanmaya başladım...
Gazete okumaya çok meraklıydı. Milli meselelerle ilgili haber ve yorumları kaçırmazdı. Evden okula giderken yabancı bandıralı gemilerin bayraklarına bakar, Türk bayrağı taşıyan bir gemi gördüğünde enine boyuna inceler, daha güzel olması için neler yapılması gerektiğini tasarlardı. En büyük isteği sahici bir Türk harp gemisi görebilmekti. 31.32.33
Beşinci sınıfa gitmekteydi. Cahit’i gramer dersindeki üstünlüğü sürüyordu. Okul müdürünün kardeşi lise mezunuydu, İstanbul’da dişçilik eğitimi yapmak için para biriktirmek amacıyla öğretmenlik yapıyordu. Cahit’in gramerdeki başarısının mantık kullanma becerisinden kaynaklandığını fark edince onunla daha yakından ilgilenmeye başladı ve farklı yöntemlerle matematiği sevmesini sağladı. O güne kadar matematik diye öğrendikleri dört işlemle çözülen problemlerden ibaretti. Genç öğretmen onu geometri ile tanıştırdı ve Öklid geometrisinin bütün teoremlerini ispat ettirdi. Teoremleri asla kendisi anlatmıyor, sadece hipotezleri verip Cahit’i sonuca kendi başına ulaşmasını istiyordu. Böylece Pisagor teoremine kadar geldiler.
Derslerde öğrendiklerini günlük hayatta uygulamaya meraklı olması Cahit’in bir başka özelliğiydi. Geometri dersinde edindiği bilgileri kullanarak bayraktaki hilal ve yıldızı en iyi şekilde çizmeye girişti. Beş köşeli yıldızın bir daireyi beş eşit parçaya bölerek çizilebileceğini keşfetmesi, ancak Paris’e gittiğinde Galois’nın çalışmaları ile karşılaşınca kısmet oldu.
İzmir Sultanisinde arkadaşları çözemedikleri konuları ona soruyorlar, Cahit onlara anlatırken kendisi de imtihanlara hazırlanmış oluyordu. Matematikte sadece okulda öğretilenlerle yetinmiyor, Aziz amcasının ona bıraktığı kitapları okuyordu sürekli. Maxvell teorisi bile vardı bunların içinde. Vaktiyle anlamadan masal gibi okuyup anlamadığı terimlerle şimdi yeniden tanışıyor, ne olduklarını, neye yaradıklarını kavrıyordu. Bunlarla ilgili soru sorduğu öğretmenlerinin biraz daşaşırarak onu takdir etmeleri hoşuna gidiyor, hevesi daha da artıyordu. Okul müfredatının çok ötesinde konularla uğraştığı için, öğretmenlerinden yardım alması her zaman mümkün olmuyordu. Bazen hiç anlamadıkları konular çıkıyordu. Mesela silindirin kesitini görmeyi becerebiliyor , fakat koninin kesitin görselleştirmekte zorlanıyordu. Cahit bunun nasıl olacağını Paris’te keşfedecek ve hemen arkadaşlarına mektup yazıp anlatacaktı. 34.35
Beşinci sınıfa kadar sıradan aritmetik problemleriyle karşılaştı: “Adam çarşıya gitmiş ,şu kadar ekmek, bu kadar peynir almış, kaç para harcamış?” türünden. Altıncı sınıftan sonra sorular biraz zorlaşmış, “Bir kümeste şu kadar baş, bu kadar ayak vardır. Kaç tavuk kaç tavşan olduğunu bulun gibi sorular.
Cahit bunları yine mantık ve muhakeme yöntemiyle çözüyordu. Sınıfı en iyisiydi. Cebir kitabında tavuk sayısına x, tavşan sayısına y dendiğini gören Cahit böylece daha rahat muhakeme yürütüldüğünü. İşlemlerin daha kısa sürdüğünü fark edince çok şaşırdı. Zihnindeki karmaşa birdenbire durulmuş ve her şey yerli yerine oturmuştu sanki. Böylece daha okulda öğretilmemişken cebirle tanıştı ve ona aşık oldu.
En karmaşık meselelerin bile cebir yoluyla basitleştirilebileceğini keşfetmişti artık. Yıllar geçip bilgisi arttıkça, bu yöntemin hayatın her alanında işe yaradığını da gördü. Cahit’in Cebir’i kendi başına öğrendiğini bilen bir meslektaşı, onun HüdayıNabit ( Tanrı eliyle yetişmiş) olduğunu söyledi. 36
Irk milliyetçiliği ve dindarlığım devam etmekle beraber, övünülecek şeylerin kahramanlık, savaş kazanmak, ülke zapt etmek gibi şeyler olmadığını, asıl övünülecek şeylerin bilimsel marifetler olduğunu düşünmeye başladım. Öğrendiğim bilgilerde hep o üçüncü sınıf ve aşağı gördüğüm yabancıların adları geçiyordu. Tales Teoremi, Pisagor Teoremi, Arşimed Kanun, Ohm kanunu vs. Bilim kitaplarında Türklerin adlarının hiç geçmemesine öfkelenirdim. Madem ki biz üstündük, o halde bilimde niçin geri idik? Bu çelişkiyi şöyle dengelemiştim: Türkler yine en üstün ırk, Müslümanlık yine en üstün din. Ancak, bu üstünlükler çeşitli şartlar sebebiyle, geçmişte yanlış bir yönde kendini göstermişti. Geçmişteki bu yanlışlığı düzeltmeli ve onlardan çok daha güzel marifetler yaratmalıydık. 37
En hakiki mürşit
Gazi Mustafa Kemal hemen her konuşmasında eğitim ve öğretim konularına değinmekteydi: “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlmin ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir!” diyor. Cumhuriyeti koruma ve yükseltme görevini gençlere emanet ediyordu. İzmir erkek Muallim mektebinde yaptığı konuşmada ise “Milletleri kurtaranlar ancak ve yalnız muallimlerdir,” demişti. Bu sözler ülkesinde olup bitenlerle yakından ilgilenen ve yüreği yurtsever duygularla dolu olan Cahit’i derinden etkilemekteydi. 35
“1926’da beni Fransa’ya, amcamın ahbaplarının yanına gönderdiler. Orada Saint Louis Lisesine yazıldım. ÜÇ yıllık liseyi iki yılda bitirdim. Fakat o zaman da babamın parası tükendi...”37
Aziz amcası Fransa’dan döndükten sonra Alsancak’taki bir iplik fabrikasında makine onarım danışmanı olarak çalışmaya başladı. Cahit’in onu ziyarete gittiği ilk gün, Aziz ve yardımcıları bir buhar makinesine bakım yapmaktaydılar. Kocaman bir buhar kazanı vardı, Aziz amcası onun içine girmişti. Cahit böyle bir donanımı ilk defa görüyordu. Bir fabrikada nasıl enerji üretildiği, soğutucu havuzların nasıl kullanıldığı gibi bir sürü teknik ayrıntıyla böylece tanışmış oldu. 38
Aziz amcası Cahit’in yurt dışında okumasın istiyordu. Bunun için Fransa’daki tanıdıklarına mektup yazıp ricada bulundu. Olumlu karşıladılar. Ancak karar vermek babası Yusuf beye aitti. Parası da yetersizdi. Avunduklar Yusuf beye yardımcı oldular. Cahit’e pasaport alındı. Fransız MesagerieMaritim şirketine ait Lotus adlı gemi ile gidecekti.
Paris’te Boshard ailesi Cahit’e çok yakınlık gösterdi, yardımcı oldu. Fen bilimleri eğitimine ağırlık veren Lycee Saint Loui’ye kaydı yapıldı. Cahit lisan okuluna kayıt olarak bir ay Fransızca ve İngilizce dersleri aldı.
Öğrenci yurduna geçti. Ders kitapylarını inceledi ve fazlasıyla basit olduklarını gördü. Çok düşük bir sınıftan başladığın düşündü. Hemen okul yönetimine baş vururak bir üst sınıfı aldırdı kendini. Saint Luis lisesinde her ders yılı başında imtihan yapılır, öğrencilerin o sınıfa hazır olup olmadıklarını belirlenirdi. Fransızca, matematik, fizik, kimya ve tarih derslerinden imtihan edilirdi öğrenciler. Matematik sorusu üç bilinmeyenli bir lineer sistemin çözümünden ibaretti. Çok basit geldi, bu tür basit bir problemi çözmek yerine tartışmak gerektiğini öğrenmişti. Kâğıdın tamamını tartışmalarla doldurdu. İlk denklemdeki kat sayı 2 yerine 3 olsaydı sonuç şöyle olurdu gibi bir sürü şey yazdı. Ve yaptığından çok emindi. Sonuçlar açıklandığında alt sınıfa döneceklerin arasına yazılmıştı adı. Müdür matematik sorusuna verdiği saçma cevaplar yüzünden söyleyince hayal kırıklığı yaşadı. Bir alt sınıfa gitmek yerine okulu terk etmeyi düşündü. Okul müdür onu bahçeden çevirip odasına çağırdı, bu başarısızlığın bilgisizlikten değil, sisteme yabancı olmasından kaynaklandığını anlattı. Şimdiki sınıfına bir ay süreyle devam etmesine izin verilmesini, başarısız olursa alt sınıfa geri döneceğini söyledi. Bu yabancı çocuğun kendini savunma tarzı müdürün hoşuna gitti. Matematik öğretmeniyle görüşüp Cahit’in teklifini kabul etti. Bir ay sonraki matematik imtihanında Cahit kendi grubundaki en yüksek notu aldı ve bu sınıfta devam etmeye hak kazandı. S.37
Okuldaki ikinci yılında da başarılıydı ve bütün okul onu matematik otoritesi olarak kabul ediyordu. Üç yıllık Saint Louis Lisesini iki yılda bitirdi.
Türkiye’ye döndü. Maarif Vekaletinin açtığı Avrupa imtihanlarına girdi. Hem Ekol Politeknik hem de Ekol Normal Süperior’u kazandı. Ekol normal’e gitti. Yüksek öğretmen yetiştiren bir okuldu bu. Pekçok ünlü bilim adamı bu okulun mezunu idi.
İzmir
Hükümet, Gazi Mustafa Kemal’in direktifiyle üniversiteye öğretim üyesi yetiştirmek amacıyla lise mezunları arasından en iyilerini seçip Avrupa’ya göndermek üzere bir imtihan açılmasına karar verdi. İzmir Lisesi öğretmenleri Cahit Arf ve arkadaşı Ali Rıza Berkem’i aday gösterdiler.
Atatürk İstanbul Darülfünununda bir reform yapmaya karar veriyor. Fakat yeterli öğretim üyesi yok. Bunun üzerine lise mezunlarının arasından en iyilerinin seçilip Avrupa’ya gönderilmesini emrediyor.
Türkiye genelinden 30 kişi seçiliyor ve Fransa’nın vilayet üniversitelerine gönderiliyor. Cahit de Sorbonne üniversitesine gönderildi. Bu büyük bir şanstı Cahit için.43
En iyisi Cahit olunca
İki yıl hazırlık okudular. Cahit sınıfta not tutmaz. Arkadaşlarının zorlandığı problemleri çözmekle yetinirdi. Öğretmen Chenvier yazılı sonrası en yüksek notu alanın bir Türk olduğunu açıklayıp Fransız öğrencileri azarladı. Çocukluğundan beri Türkleri bilimdeki gücünü tüm dünyaya gösterme hayalleri kuran Cahit pek bir keyiflendi. 44
Hazırlık sonrası Cahit hem Ekol Normal Superior’un hem de Polyteknik Üniversitesinin imtihanlarına girdi. Politeknik sivil öğrencileri de kabul eden askeri mühendislik mektebiydi. Öğrencileri Napolyon döneminden beri sokakta dolaşırken kılıç kuşanıyorlardı. Cahit buna özendi. Her iki okulun da giriş imtihanı matematik, fizik ve kimya dallarında idi. Cahit her iki okula da kabul edildi.
Cahit, hayatın anlamı üzerinde düşündü. Kendisinin hayatta bir hedefi var kıydı? Varsa neydi? Esas amacının büyük bir bilim adamı olmak, bir marifet gösterip şu Newton filan gibilerin safında yer almak olduğunu sanıyordu. Bu zor bir işti. Becerebileceğinden emin değildi. Eğer önemli bir eser bırakmadan ölecekse ...
Cahit Sorbonne sertifikasını dört konuda alacaktı. Seçtiği dersler: Analiz. Rasyonel mekanik. Genel teorik fizik. İleri analiz.
Cahit yine okulunda sevilen ve ileride büyük işler yapacağına inanılan öğrenci oldu. Sınıfını başarıyla geçip sertifikasını aldıktan sonra Münih’e gidip Almanca öğrenmeye karar verdi. Paris tren istasyonunda şenlikli bir uğurlama töreni yaptılar. Türkiye Büyükelçiliği saymanı bile katıldı aralarına ve herkese Cahit’le iftihar ettiğini anlatıyordu. 49
Ünlü matematikçi Jean Leray Feza Gürsey’e yıllar sonra şunu söyledi: Cahit’in yüzyılın en öhemli matematikçilerinden .ini olacağı okuldayken belliydi:
Saint Louis Lisesinin şeref salonuna Ekol Normal’e girmeyi başaranların adlarının bulunduğu mermer panoya genç Türk matematikçisi Cahit Arf’ın adı kazındı.
Almanya dönüşü bir Bulgar köylüsüyle ahbaplık kurdu. U adam ona Einstein’ın Nölativite teorisi hakkında uzun uzun konuşup Cahit’i şaşırttı.
Ekol Normal’i bitirince Maarif vekaleti doktoran yap da öyle dön dese de Cahit “Olmaz, Ben dönüp Kastamonu lisesinde öğretmenlik yapacağım” dedi. Onu Galatasaray lisesine verdiler. Bu da yine vatan millet heyecanıyla oldu.
Liseden hocası Maarif Müsteşarı idi. Ona Anadolu’da mümkünse Kastamonu’da matematik öğretmenliği yapmak istediğini söyledi. Sadece matematik. Aşka şeyler de vermek istiyorum öğrencilere. Onlarla ders dışında da ilgilenmek, değişik konular üzerinde tartışmak istiyorum. Meselelere derinlemesine bakabilmeyi öğrensinler, kendi düşüncelerini ortaya koyabilmeyi öğrensinler, hür fikirli insanlar olarak yetişsinler istiyorum” dedi. 52
Derslerde matematik öğreteceğim. Boş zamanlarda ise onlara Nietzsche’yi, Marx’ı filan anlatacağım. Kitaplarını vereceğim. Okusunlar, öğrensinler.
Maarif müsteşarı sordu- Matematik öğretmekle Marx’ı, Nietsche’nin ge gibi bir münasebeti var evladım? Duyduğum kadarıyla bu iki adamın fikirleri birbirine tamamen zıttır.
--Çocuklar zıt fikirleri bilsinler, kendi fikirlerini özgürce ortaya koysunlar. Yanlışı doğruyu kendileri bulu, gerek şahsi problemleri, gerek memleket meseleleri için en doğru çareleri bulsunlar, keşfetsinler. Müsteşar bastı kahkahayı.
Çok özel yetenekleri olan birinin sıradan bir lisede harcanması Maarif vekaleti için israf sayılırdı. Üniversite reformu hazırlıkları tamamlanana kadar Galatasaray Lisesinde çalışması uygun olurdu. Lisenin Fransız matematik öğretmeni işten ayrılmıştı. Ellerinde Fransızcça bilen tek matematikçi Cahit’ti. “Yerini aldığım Fransız matematikçinin maaşı 600, benim maaşım ise 60 lire idi.
Kısa zamanda kendisini herkese sevdirdi. Tavırları diğer öğretmenlerden oldukça farklıydı. Öğrencilerle arkadaşlık kurma konusunda oldukça becerikliydi.
Okul gazetesi çıkarmak isteyen öğrencilere yardımcı oldu. İzmir lisesindeki kompozisyon derslerinde süslü püslü cümlelerin çok beğenildiğini, oysa Saint Louis Lisesinde çok daha farklı, gerçekçi bir yol takip edildiğini anlattı. Söylenmek istenenlerin belli bir mantık akışı içinde, sade şekilde yazabilmenin daha önemli olduğunu öğrencilere anlattı.s.54
Ünlü “WagonLit” olayı o günlerde yaşandı. Demiryollarında yataklı vagon işletme hakkına sahip WagonLit şirketinde çalışan bir Türk, Fransızca konuşmadığı için yöneticiler tarafından azarlanmış, işten çıkarılmakla tehdit edilmişti. Olay duyulunca, Galatasaray Lisesinden bazı öğrenciler tepki gösterdiler, lisenin hemen bitişiğinde bulunan WagonLit bürosunu işgal ettiler. Bu işgal eylemine öğrencilerle birlikte Cahit Arf öğretmen de katıldı. Ama daha ziyade onlara göz kulak olmak amacıyla katıldı. Öğrencilerden biri tavandaki lüks avizeyi parçalamak üzere iken Cahit bunun hiç ed mantıklı olmadığını öğrenciye engel oldu.
Olay. Yataklı ve yemekli vagonları bulunan Fransız demiryolu işletmesi Vagon-Li (Wagons-Lits) şirketinde, 22 Şubat 1933 tarihinde Belçikalı müdür Jannoni, telefonda Türkçe konuşan memur Naci Bey'e şirketin resmi dilinin Fransızca olduğunu bildirerek, 25 kuruş para cezası ve 15 gün işten uzaklaştırma cezası vermiştir.
Üniversite reformu sırasında bana “Seni doçent namzedi olarak tayin edelim” dediler. İşte o sıralar bende muvaffak olacağım hissi uyandı. Muvaffak olmak şu idi: Alim olmak, matematikte bir şeyler yapmak. 53
Darül Muallim Müdürü(Yüksek Öğretmen Okulu) Emin bey, “Orada da sürekli bayrak taşıtıp marşlar söyletiyorlar mı?” deyince, “Orada öyle bir şey olsa kediler bile güler!” dedim. Çocuklar beni çok alkışladılar ama Emin bey bozuldu tabii.
1933 Üniversite Reformu
Cahit, Profesör Muavini namzedi (doçent) unvanıyla İstanbul Üniversitesinde görevlendirildi.
31 Mayıs 1932 ’de Darülfünun kapatılmasına karar verildi. Kurulacak yeni üniversitenin kadrosunu oluşturmak üzere Üniversite Reform komisyonu oluşturuldu. Bu kadro için Atatürk’ün zamanında yurt dışına gönderdiği, öğrenimini başarıyla tamamlayıp dönmüş oylan genç başarılı gençler hazırdı. Cahit de bunlardan biridir.
Cahit çocukluğundan beri, yüreğinde ülkesinin ve kendisinin geleceğine ilişkin büyük umutlar beslemişti. Başarıya ulaşacağına, iyi bir bilim insanı olup Türkiye’nin adını bütün dünyaya duyuracak işler yapacağına inanmıştı. 57
Bilim üretebilmek
Daha okul sırasında sentetik geometri problemlerine çok çabuk çözebiliyordum. Dünyanın bir çok yerinde bulundum. Bu işi benden çabuk yapan bir kişiyi görmedim.58
Nazilerden kaçan bilim insanlarından bazıları da Türkiye’ye geliyordu. Richard VonMmises, Wilhelm Prager, HildaGeiringer gibi matematikçiler Zeynep Hanım konağındaki bizim Matematik Enstitüsünde kazandırıldı. Cahit Arf, VonMises’in derslerinde tercümanlık yaparken Profesör kelimesini yadırgadığı için “Hoca efendi diyor ki” şeklinde başlardı. Cahit’in bu zoraki fakat çok başarılı tercümanlığı öğrencileri memnun etti. Çünkü kendiliğinden yaptığı açıklamalar sayesinde konuları daha iyi kavrıyorlardı.
Cahit’in Geometri problemlerine cebir yoluyla çözülmesine duyduğu ilgi İzmir sultanisinde İzmir Sultanisinde Ayyıldız çizme hevesiyle başlayıp Fransa’daki yıllarda çok daha ciddi boyutlara varmıştı. Son zamanlarda Galois anlamında çözülebilen cebirsel denklemlerin bir listesin yapmak istiyordu. Üniversite yaz tatiline girdi, Cahit bu probleme yoğunlaştı.
Topçu Cahit
Topçu olarak askere alındı. İsabetli atışlar için namlu açısını hesaplamak gibi konular sayesinde komutanlar tarafından el üstünde tutuldu.
Sen ne iş yaparsın dediklerinde Cahit “Matematikçiyim” diyor ve bunun ne demek olduğunu anlamadıklarını görüyordu. Toplumun büyük çoğunluğu için matematik “Bakkal hesabı” demekti. Topçu subayları bile merminin bir hallaç yayı gibi gitmesiyle ilgili parabol hesaplarından ibaret görüyorlardı matematiği.
Bir gün, balistik dersi veren topçu subayı, top mermisinin namludan çıktıktan sonra nasıl bir seyir takip ettiğini fazlaca uzun açıklamalarla anlatırken Cahit’ih dinlemediğini fark etti. Ve “Anlat bakalım topçu ateşledikten sonra meme ne yapar?” diye sordu. Sıkıldığının gizleyemeyen Cahit, “Herhalde oturup bir yorgunluk kahvesi içer!” deyiverdi. Bu yüzden iki gün katıksız hapis cezası aldı.
CAHİT: Cehd eden, çok çalışan, aşırı çaba gösteren” anlamına gelir. Arf ise bilmek fiilinin kök hecesiydi. Soyadı kanunu çıkınca babası Arifî olsun istese de izin verilmeyince Arf soyadı alındı.
Cahit uğraştığı problemi bir proje haline getirdi. Bu İstanbul’da çözülecek iş değil fikri ile üniversiteden izin alıp doktorasını yapmak üzere GöttingenÜniversitesinÜnlümatematiçi. Cebirsel problemlerin ustası Helmut Hasse orada idi. Cahit Çapa kız lisesinde Tarih öğretmenliği yapan Halide hanımla evlendi.
Göttingen üniversitesinin Matematik bölümü, Gauss’la başlayıp Riemann ve Hilbertie devam etmiş, matematiğin dev isimlerince geliştirilmiş kökü bir geleneğin merkezi idi. Bu şehir 50 bin nüfuslu küçük bir şehir olmasına rağmen Almanya’nın en ünlü bilim merkezi idi. Arf şehre gelir gelmez Prof. Hasse ile buluştu ve ona problemini anlattı. Onu dikkatle dinleyen VonMises, bu kadar aceleci olmaması gerektiğini söyledi,. Problemi bazı özel haller üzerinde çözmek konusunda yönlendirdi. Cahit bey ilgi duyup katıldığı bazı seminerler dışında çalışmaya kapandı ve yoğun bir çalışma ile doktora tezini bitirdi.
Prof. Hasse, Cahit’in sahip olduğu özgüveni hemen fark etti.
Cahit yıllar sonra şöyle dedi:
“Ben araştırma için yurt dışına gittiğimde kendime sonsuz bir güven duyuyordum. Bu güveni bana veren Kurtuluş Savaşında azanmış olduğumuz zaferdi. Biz tek başımıza Dünyayı yenmiştik. Öyleyse ben de uğraşırsam dünyanın en güç problemlerini çözebilirim diye düşünüyordum.
Cahit’in matematik tarihine adını yazdırdığı doktora tezi “Hasse-Arf problemi” olarak literatüre geçti.
ARFİN VARİANTI TEZİ 1938’DE BİTMİŞTİ. Prof. Hasse “Bir sene daha kal, elki başka şeyler daha yaparsın” deyince kaldı. Prof, Witt’in benzer bir çalışması var onunla uğraş, Witt’in yaptığı, işte karakteristiği iki olan cisimler yok. Bu cisimler üzerindeki kuadratik formlar bilinmiyor, bunu çalış dedi... Cahit peki dedi ve bu problem üzerinde çalıştı. Bu kuadratik formları iyi bir şekilde sınıflandırdı. Bunların invariantlarını inşa etti. “İşte Arfinvariantı denilen denilen şeyler ub çalışmamda elde edildi ve beni dünyaya tanıttı.
O senenin sonunda İstanbul’a döndüm ve aynı şeyin aritmetik bakımından etüdünü yaptım.”65
Göttingen’de bulunduğu yıllarda Arf, oradaki seçkin matematikçilerle kaynaştı. Sayılar teorisi konusunda dönemin en uç araştırmalarının yapıldığı bu ortamdan olabildiğince yararlandı. Sadece matematikçilerle değil, başta teorik fizikçiler olmak üzere diğer bilim dallarında çalıan isimlerle de ahbaplık ediyor ve hemen her konuda onlarla tartışıyordu.
Cahit Arf’ın ilk konuşmayı yaptığı ve Joos’la tanıştığı Kuantum Mekaniği seminerini Sait Akpınar şöyle anlatır:
“Cahit fizik hocaları arasında ad itibar görüyordu. Seminerde hidrojen molekülünün kuantum mekaniğini anlatırken konuyu tamamen matematik diliyle ele aldığı için, hoca ona “Anlattığın şey fizik açısından ne anlama geliyor?” diye sorduğunda Cahit “Orası beni ilgilendirmez, ben size konunun matematiğini anlatıyorum!” deyip herkesi güldürdü. Cahit’in teorik fizikçilerin hepsinden daha iyi fizik anlayışı olduğunu görüyordum.” 66
Olimpiyat değil çalışma...
Cahit Arf hep çalışan biriydi.
Göttingende iken bazı gezmelere Sait Akpınar’ın zoruyla katıldı. Akpınar anlatıyor: Cahit hep çalışan bilim adamıydı. Diğer arkadaşlar geceleri partilere gider, eğlenirlerdi. Cahit öyle yerlere gelmezdi, o çalışmayı çok seven biriydi. Zaten büyük ilim adamlarını gözden ırak tutamadıkları bir metottur bu. Bir şeyi akıllarına taktıkları zaman onu mutlaka çözmek isterler. Cahit’te bu vardı. 1936 olimpiyatları vardı. Ben hem yaz hem kış olimpiyatlarına gittim. Bana göre ben her zaman çalışabilirdim, ama olimpiyatı bir daha nasıl seyredebilirdim? Yazmam gereken raporlar olduğu halde, gidip olimpiyatları seyrettim. Nasıl gitmezdim ki Türk takımı da gelmişti.”
Cahit Arf’ın hayattaki en büyük derdi sonuçlandırmak istediği matematik problemleri idi.
Çok çalıştı ve adı ansiklopedilere geçti. O asla sıradan işlerle uğraşmazdı. Ama çok neşeli, şakacı bir bilim adamıydı. Almancayı iyi biliyordu. Fransızcası zaten mükemmeldi. Frankfurt’ta iken hem operaya hem tiyatroya giderdim. Cahit’le beraber konsere gittiğimizi hiç hatırlamıyorum.
Nazileri patakladılar
Sait Akpınar Cahit’i kandırıp arada kafelere götürürdü. Cahit’in hayatında katıldığı ilk ve son dövüş bu sayede oldu. Gittikleri kafe’de şık üniformalarıyla caka satan Nazi milisleri vardı. Yahudi müşterilere sataşıyor, hakaret ediyor ve dışarı atmak için tartaklıyorlardı. İşte o zaman Sait’le Cahit dayanamayıp müdahale ettiler ve kavga çıktı. Nazileri bir güzel pataklayıp dışarı attılar. Tabii yaptıklarının neye mal olacağını bilmiyorlardı. Kafenin sahibi onları hemen arka kapıdan kaçırdı ve bir daha da ortalıkta görünmemelerin tembihledi. Yoksa Naziler zarar verebilirlerdi.
Cahit, bilim insanlarına yönelik baskıların ne kadar yanlış ve zararlı olduğunu Almanya’da gördü. Bilimsel özgürlüğü kısıtlayan her çeşit baskıya tüm hayatı boyunca karşı çıktı. Gelecekte bu gibi baskılara ülkesinde de karşılaşacağını o günlerde tahmin edemezdi.
Berlin’deki Türk öğrenim müfettişliğine Ankara’dan peş peşe telgraflar gelmeye başladı. Bütün Türk öğrencilerin hemen dönmeleri isteniyordu. Zira 2. Dünya savaşı kapıya dayanmıştı. 69
Arf Halkaları
Arf Kapanışı
Şöhret
Üniversite olabilmek
Harp senelerinde İstanbul’a Patrick Dua Val adında bir İngiliz geldi. Bir cebrik eğrinin bir noktası civarındaki singularitelerinin hususiyetlerini belirten bir teori vardı; Duval ondan bahsetti. Yalnız, bu düzlemde geçerli idi. “Ah!” dedim bu iş olur. Üç boyutlu uzayda da, n boyutlu uzayda da; ve analize ihtiyaç yok. Duval’e konuyu bir seminerde anlattım; “Sırf cebrik kavramlarla bu işin içinden çıkılır “ diye iddia ettim. “Eh yap bakalım öyleyse!” dedi. Bir hafta üniversiteye gitmedim., eve kapandım. Hafta sonunda bir şeyler çıktı ortaya işte; ve bu da dünyaya yayıldı. Bu işte bir takım halkalar vardı; o halkalara Arf halkaları, kapanışlarına da Arf Kapanışı deniyor. Yani bu şekilde, başkasının yüzünden şöhret sahibi oldum. Oysa asıl yapmak istediğim işler, .eni hiçbir zaman fazla tanıtmadı. 69
Savaş
Cahit Arf İstanbul’a döndükten birkaç ay sonra ikinci dünya savaşı başladı. Dünyaya yıkım getiren bu savaşın İstanbul Üniversitesi için şans olduğu söylenebilirdi. Türkiye’de çalışmayı tercih eden bilim adamları sayesinde sağlam bir bilim temeli oluştu.
Cahit Arf, İstanbul’un da Göttingen gibi bir bilim merkezi olmasını istiyordu. Alman hocalar kendi bilimsel disiplinlerini getirmişlerdi. Genç Türk öğretim üyelerini araştırmaya, yazmaya, yeni fikirler üretmeye yönlendiriyorlardı.
Arf, Fransa ve Almanya’da nitelikli bilim adamlarının nasıl bir çalışma tarzları olduğunu yakından gördü. İstanbul üniversitesinde ise halâ, öğretme ile ezberletme arasındaki farkı kavramayan eski Darülfünun geleneğinin izleri vardı. Bu anlayışla üniversite değil ancak mektep olunurdu.
1950 ’lerin ortalarına kadar süren bu dönem İstanbul Üniversitesinin altın çağı olarak anılır. 70
Sabahattin Ali, Atatürk’ü padişaha benzeten bir yazısı yüzünden hapse girdi. Eşi Halide’nin Çapa’dan Kandilli’ye nakli için Ankara’ya gittiğimde Bakanlıkta karşılaştık. Oğlu hastaydı ve doktor parası olmadığı için çocuğu kendisi tedavi etmeye çalışıyordu. Evine çağırmıştı beni. Doğru dürüst eşyası yoktu ama kitap doluydu her yer. Yıllar sonra Galat Köprüsünde karşılaştık. Kamyonculuk yapıyormuş.
Şevk
Cahit Arf, öğretim üyeliği ile ilgili rutin görevlerin yanı sıra, kendi uğraştığı problemlere de yoğun vakit ayırabiliyordu. Literatüre “Arfİnvariantları” olarak geçen çalışmasının 1941’da yine CrelleJournal’de yayınlanması şevkini daha da artırdı.
Matematik Enstitüsünün bulunduğu Zeynep hanım Konağı 1942 kışında yandı. Üniversite adı ile açılan ve seminerler verilen 4 katlı bir başka bina da 1909 larda yandı. Tesadüf değil bunlar.
Cahit bey esas itibariyle bir cebirciydi. 74e
Matematikte, Cebiri üstte tutardı. İşini, yapılabilecek en basit şekilde yapmak isterdi. Matematikte, yapılacak işi en basit yöntemle, en anlaşılır, en berrak biçimde yapmak demektir bu. Benzetme yaparsak, hani elektrikli matkap yerine çekiç kullanmak gibi.
1943’te profesör olduğunda henüz 33 yaşında idi. İTÜ’de de dersler veriyordu. O zamanlar İTÜ Matematik yeteneği olan öğrencilerin toplandığı bir yer olarak şöhret yapmıştı.
Savaş kapıda
1994 yılında savaş kapıya dayanınca tekrar askere allındı. Topçu süvari taburunun bataryalarında , savaşa girmenin an meselesi olduğu gergin ortamda askerlik yaptı. Asteğmen Cahit, topları ve topçuluğu anlatmakla yetinmedi, ata binmeyi de öğretti.75
Çevremdeki mühendislerle konuşup onların işlerini anlamaya çalıştım. Onların problemlerini çözersem beni alkışlarlar diye düşündüm. Ve alkış kazandım. Hatta İnönü mükâfatı bunun için verildi bana. Fakat bilim adamının böyle alkış için iş yapması iyi bir şey değil. İnsan zannediyorum ki, bütün gücüyle kendi problemini yapabildiği kadar ileri götürmeye çalışırsa, bilime daha iyi katkısı olur. 75
KÖPRÜ HESABI
Cahit Arf, esas itibarıyla matematik problemleriyle uğraşmakla birlikte, uygulamalı bilim dallarına daima ilgi duydu. Matematiği, hayatın nesnel sorunlarına dair çözümlerle somutlaştırıyor, matematiği hayatın içine sokuyordu.
Arkadaşı Mustafa İnan Zürih’te doktora yapıyordu. Belçika’da yıkılmış olan beton bir köprüyle ilgili bir problemi çözmesi istendi. Çökme sebeplerini araştırıp çözüm geliştirecekti. Cahit Arf’a bunu anlattı. Cahit meselesi en başından aldı. Mustafa İnan, fotoelastisiteye dayandırılmış deneysel yöntemlerle yaklaşırken , Cahit Arf bu profiller için matematiksel modeller geliştirdi.
“İşin özü, yapı desteklemelerinde optimal profil tasarımı yapılmasıydı. Mustafa o köprünün bir modelini yapmış, yüklemeleri koymuş üzerine ve çatlamaların başladığı yerleri tespit etmiş. Gerilimlerin arttığı, yoğunlaştığı yerler görülebiliyor. Sonra jiletle yontmuş muhtelif yerleri, gerilme birikimleri görülmeye başlamış. Yani gerilme sınır boyunca eşit dağılmış. Mustafa İnan bunları Cahit Arf’a gösterdi ve anlattı. Cahit meseleyi baştan aldı. Bu çeşit profilleri inşa eden hepsi birbirini tamamlayan 6 formül için 6 makale yazdı.Bunlarla bilim dünyasının dikkatini bir kere daha çekti. 1948’de makalelerini Türk Matematik Cemiyetine sundu. Bunlarla o yıl İnönü armağanını kazandı.
DUVARLAR
Cahit Arf kiralık oturdukları evin duvarlarını çeşitli formüllerle doldurdu. Taşınacakları zaman temiz bırakmak için Halide hanım boyatmak istedi. Cahit şiddetle itiraz etti; duvardaki yazı ve formülleri kâğıda geçirinceye kadar badanaya izin vermedi. 78...
Maryland’de 1 yıl
İnönü armağanını aldıktan bir yıl sonra Cahit ArfBostondaki Matematik kongresine katıldı. Matematikçi Weinster’le tanıştırdılar. Weinster ona Maryland üniversitesinde bir araştırma bursu ayarladı Gerekli işlemler kısa zamanda yapıldı ve Türkiye’ye dönmeden doğruca Maryland’a geçti. Maryland üniversitesindeki Matematik araştırmaları Enstitüsünde 1 yıl çalıştı. Kendi konusu yanında çevresindeki bilimcilerin işleriyle de ilgilendi. Onlara farklı yaklaşımlarla özgün sonuçlara nasıl ulaşılacağını gösterdi. Burada fotoelastisite konusundaki altı makalelik diziyi tamamladı. 1 syıl sonra Türkiye’ye döndü.
Geldim işte...
CahiArf
Otomobil ve Buzdolabı
Maryland’da aldığı bursu biriktirdi, dönüşte Chevrolet otomobil ve Admiral buzdolabı getirdi.
Kızı Fatma durumu şöyle Cahit Arf’in arabası yüzünden İstanbul trafiğinin nasıl karıştığını hiç unutmadı: “Babam çok hevesliydi şoförlüğe. Sırf araba kullanabilmek için herkesi getirip götürmeye başladı. Karpuzcunun at arabasından tramvaya kadar çarpmadığı taşıt kalmadı. Sigorta şirketi ertesi yıl sigortalamayı reddetti. Başka bir şirket buldu.” 79
Belediye sarayının önündeki dört yol kavşağında beklerken motoru stop ettirmiş. Yol açıldığında hareket edemeyince arkasındakiler klakson çalmaya başlamışlar. Çalıştırmış gene stop ettirmiş. Trafik polisi bir yandan trafiği idare ederken bir yandan da ona bakarmış. Sonunda kızıp “Gel buraya!”diye çağırınca, Cahit bey her nasılsa hareket ettirebilmiş, arabasını ve doğruca polisin üstüne sürmüş. Neredeyse ezecekmiş. Polis öfkeyle “N’apıyosun
Matematik Kafe
20. yüzyıl türk matematikçileri, Dünyaca ünlü Türk matematikçi, Dünyaca ünlü matematikçi, Türk matematik bilim adamları