ÖNYARGI TUZAĞI!
Süleyman ÇAYIRLI hocam 28,5 yıllık öğretmenlik ve idarecilik yaptıktan sonra emekli olmuş, öğrenci merkezli düşünen, çok değerli meslektaşım ve fikirlerine saygı duyduğum bir ağabeyimdir. Hamamyolu’nda giderken karşılaştık. Neler yaptığımı sordu. Ben de kitap yazmaya çalıştığımı söyledim. Bir çay bahçesinde beni dizinin dibine oturtup mesleki tecrübelerinden örnekler vermeye başladı. Dikkatimi en çok çeken de emekli olmasına rağmen her zaman eğitimin bir başka kolunda çalıştığını her yıl yeni bir şeyler öğrendiğini söylemesi oldu.
Bana tecrübeli bir meslektaş ve ağabey olarak en önemli uyarısı öğrencilere karşı önyargılı davranmamam gerektiğimi söylemesi idi. ’’Bazı engeller yüzünden öğrencilerin görüntüsü seni yanlış fikirlere sevketmesin. Çünkü öğretmenlik ve idarecilik yaptığım yıllarda yaşadığım bazı tecrübeler önyargılı davranmamamı öğretti. Sakın bir öğrenci için acele fikir yürütme; öğrenciyi ve çevresini iyi incele, sonra da öğrencilerle iyi iletişim kur’’ dedi.
Daha sonra da yaşamış olduğu iki çarpıcı anısını anlatıyor:
OLAY-1: 1974-1975 öğretim yılı, Eskişehir eski 27 Mayıs yeni adı Kazım Karabekir İlkokulu’nda göreve başladım. Köy okullarında görevimden sonra Eskişehir merkezde ilk defa görev alıyordum. 1.sınıf öğretmenliğini aldım. Sınıfımda 3 yıldır 1. sınıfı tekrar eden bir öğrenci vardı. Okuma yazması yoktu. Alt özel sınıfa gönderilmesi gündeme geldi. Ben bunu kabul etmedim. Sene sonuna kadar adını yazmayı öğrettim.
Sınıfta yanından geçerken bir şey anlatmak için elimi kaldırmıştım. Bu öğrencinin sakındığını gördüm. Acaba yanlış mı anladım diye bu defa test etmek için yanında elimi bilinçli olarak kaldırdım. Yine sakınıyordu. Durumu anlamak için teneffüste öğrenci ile görüştüm. Ailede dayak ve aşağılamaya maruz kaldığını öğrendim. Daha sonra bu öğrencime karşı daha dikkatli davranmaya ve sevmeye başladım. Hoşgörü ile yıl sonuna kadar 4-5 cümle öğretebildim.
Kendine güveni gelsin diye kursa bırakmadan sınıfı direk geçirdim. 2. sınıfın başında öğrettiğim cümleleri unutmuş olduğunu gördüm. Sil baştan okuma-yazma öğretimine devam ettim. İlgi göstermeme rağmen hala korku ve sakınma az da olsa vardı. Okuma-yazmayı öğrenmediği halde 2. sınıfı geçirdim. 3. sınıfta yine yılmadan okuma-yazma öğretimine devam ettim. Okumayı çat-pat söktü. Çocuğun ailesi ile görüşmeler yaptım. Çocuğu serbest bırakmalarını, hiç karışmamalarını söyledim. Öğrencimde gözle görülür olumlu değişiklikler devam ediyordu. 4. sınıfın başında okulumuza biraz uzağındaki başka bir okulun yanına taşındılar. Çocuk sınıftan ayrılmak istemiyordu.
Devam edeceği okula gittim. Okul müdürü ile görüşüp öğrencinin durumunu detaylı olarak anlattım. Okul müdürü de öğrencinin okuyacağı sınıfın sınıf öğretmenine durumu izah etmiş. Öğrencimi ikna ederek yeni okuluna gönderdim. Daha sonra öğrencimin kendini iyice toplayarak dört ve beşinci sınıfı geçerek okuldan mezun olduğunu öğrendim.
OLAY 2- Müdür yardımcılığı yaptığım 27 mayıs (Kazım Karabekir) ilkokulunda 1978-1979 öğretim yılında özel alt 5. sınıfından Oktay isimli bir öğrencimiz mezun oldu. Yaz tatilinde Oktay’ın annesi ile babası çocuklarının ortaokulda okumak istediğini ne yapmaları gerektikleri hakkında görüşümü almaya gelmişlerdi. Ben de madem çocuk o kadar istekli bırakın ortaokula yazdırın. Ne kaybedersiniz okumazsa ortaokuldan terk etmiş olur dedim.
Ve Oktay Eskişehir ili Mehmetçik ortaokuluna kayıt yaptırıp okula devam etmeye başladı. Her yıl yarıyıl ve yıl sonu karneleri olan eski öğrencilerimiz sevinçlerini paylaşmak için bizim yanımıza gelirlerdi. O yılın yarıyılının sonunda gelen yanımıza gelen öğrencilerin içinde Oktay’da vardı. Oktay’ın karnesine bakınca şok olmuştum. Oktay’ın ilk yarı karnesinde hiç zayıf dersi yoktu. Yıl sonunda ise direk olarak sınıfı geçmişti. Bu da benim öğrencilerime karşı yanlış ön yargılardan sakınmam gerektiğini gösteren güzel bir ders olmuştu.
NECİP GÜVEN