Ezberimi kaybettim: Hükümlüdür!
Her tiyatro sezonu öncesinde heyecanlanırız. Sınavlara giren öğrenciler gibiyizdir. Yeni sezonda hangi yazarların metinlerini çalışacağız, hangi yönetmenler bu metinleri sahneye koyacak, hangi oyuncu arkadaşla çalışacağız?..
Benim gibi ödenekli kurumlarda çalışanlar şanslıdır. Bir pano vardır o kurumlarda, panoya asılır çalışacağınız ‘iş’ler. Daha şanslıysanız evinize telefon gelir, rolünüz panoya asılmadan önce ‘sizi düşündük bu role’ telefonlarıdır bunlar. Ardından en klişe tabirle kan, ter ve gözyaşının hâkim olduğu bir süreç başlar.
En az çalıştığınız yönetmenlerin sayısı kadar çok yöntem vardır, bir oyunu, bir rolü kana, cana dönüştürürken. Bazı yönetmenler “aman ezber yapma” der. “Araştıralım, deneyelim, bir bakalım” der. Rahatsınızdır. Kendinizden, tanıdık, cana yakın bir şey yapmanın ilk adımını atmıştır yönetmeniniz. Ezber bir kodlamanın başlangıcı ya da formsal yön olarak sonradan gelir.
Bazı yönetmenler de vardır ki, daha ilk günden ne zaman ezberleyeceğinizi sorarlar. Halbuki en kolayıdır bu. Bir tam gecenizi verdiğinizde artık rolün ağzınızdan çıkacak sözcüklerine ezbersinizdir. Ezberci öğretmenler gibidir, ezberci yönetmenler. Rolünüzü iyi ve ilk ezberleyenlerden olursanız tam not alırsınız. Aynı yönetmende ezber, oyununuzun her yerinde devam eder. Nasıl hareket etmeniz gerektiğini ezberletir size, nasıl bakmanız gerektiğini, kalbinize hangi komutları vermeniz gerektiğini…
Sıkıcıdır bu iş. Oynayan açısından da, izleyen açısından da sıkıcıdır. Ne kendinize, ne oyuna ne de seyirciye yeni bir şey söylersiniz. Bir 40 yıllık terane şeklinde sadece terennüm edersiniz bir tiyatro sezonu boyunca sizden istenen ezberleri. Seyirci zariftir. 40 yıllık ezberi alkışlar. Hatta ayakta alkışlar. Tebrik eder sizi, imza ister.
Oyun biter. Kös kös evinizin yolunu tutarsınız. Ne kalmıştır koca oyundan geriye, size? Hangi yeni bilgiyle yastığa başınızı korsunuz? Kendinize dair, dünyaya, insana dair hangi bilgiyle? Sıkılırsınız. İnsanın başat duygularından biri olan oyun oynama duygusu fena halde sıkıcı gelir size. Yarınki oyunu hangi güçle oynayacağınızı düşünerek uyuyakalırsınız. Ezber risksizdir
Ertesi gün gelir. Seyirci salona dolar. Sizi beğenmeye, sizi alkışlamaya teşne, dolar o salona. Oynarsınız. Hem de gayet kolay oynarsınız. Ezberlemişsinizdir bir kere. Ezberinizi sunarak oynarsınız. Tek farkla: Oynarsınız, yaşamazsınız.
Ezber kolaydır, risksizdir. Ezber devam eder. Çünkü ezber işgalcidir. Bir virüs gibi girer hayatınıza. Önce sorgusuz sualsiz rolünüzü ezberletir ezber denen mahlukat. Sonra varlığınızı ezberletir. Tiyatrodan aldığınız maaşı ezberletir, hesabınıza yatan teşvik ve ikramiyelerinizi ezberletir. Araba markalarını, devremülk kiralarını ezberletir. Televizyon dizilerini ve reklamları ezberletir. Orada oynayarak ‘hap yap parayı kap’ı ezberletir. Sanatsal yaratının coşkusuna kapılmamayı ezberletir. Aday olduğun ödüllerin konuşmasını ezberletir. Ödülü reddeden arkadaşlarını anlamamayı ezberletir. Apolitik kavramını ezberletir. Sana benzemeyeni yok saymayı ezberletir. ‘Aman memuriyet’imi, ‘aman emekliliğim’i ezberletir. Senin dışında var olan sanat hayatına burun kıvırmanı ezberletir. Döner dolaşır, senin bünyen olur ezber. Ezberlediğin kendini, kendine karşı bir kez daha ezberletir. Devletin seninle gururlanır. İyi ezberlemiş sanatçı olmuşsundur artık. Öylesine gururlanır ki, kendisinin sanatçısı ilan eder seni. İyi, güzel.
Ezberim tam. Peki ne kalır geriye benden olan? Beni ben yapan ne kalır? Önce ezberlediğim roller vardır, sonra da ezberlediğim hayat. An gelir çarpıverirsin bir kayaya. Yüzün, beynin, için dağılır. Dağılıyor olman seni heyecanlandırır. Unutuverirsin bütün ezberlediklerini. Başlarsın sormaya. Ekmeğin, suyun ve aşkın sana ezberlettirilenin dışında da bir şey olabildiğine ayarsın.
Ayıldıkça eğlenirsin. Eğlendikçe sorarsın. Bir kez bozulmuştur ezberin. Yönetmenin şaşakalır. Seyirci şaşakalır. Bakkalın şaşakalır. En önemlisi sen şaşakalırsın. Bir yaprağa ilk kez bakarsın hayatında. Gerçekten baktığın için bir yaprağın yeşilinde ilk kez kaybolursun. Çünkü o yaprak senin ezberlediğin yaprak değildir artık. O yaprak senin ezberlediğin yaprak hiç olmamıştır aslında. Senin ezberlediğin yaprak, yıllardır su ve toprak istemeden aynı yeşili muhafaza eden plastik bir taklittir.
Ezberin bir kez bozuldu mu dönemezsin artık geriye. Tadına varırsın başka ‘şey’lerin mümkünlüğünün. Yaprağın yeşiliyle tanışmışsındır artık. Sana benzemeyenin hoşluğuyla tanışmışsındır. Sana benzemeyenlerle dünyayı paylaşmanın hoşluğuyla. Tadına varmışsındır artık ezber bozmanın. Yetmez. Ezberleten ve ezberletilenlerle mücadelen başlar. Ezber korkun vardır artık. Ezberli yerler karanlık, korkutucu, sıkıcı ve de en önemlisi sana uzak gelir.
Ezbersizlik seni sen yapmıştır. Sonunda sana kim, neyi ezberletmeye kalkarsa kalksın karşı durursun. Sanat ezberine, hayat ezberine, politika ezberine, yatak odası ezberine, polis ezberine, patron ezberine, muhtar ezberine, ana-baba ezberine, öğretmen ezberine, deri rengi ezberine, kafatası ölçümü ezberine, seni seviyorum ezberine, kerrat cetveli ezberine…
Bir gün hiç beklemediğin bir gün, -kendi ezbersizliğinle uğraştığın gün- adamın biri çıkar. Ezber bozmaya gidiyorum der. Ezberi kökten çözmeye gidiyorum der. Tadına sonsuza dek varmışsındır ezberi bozmanın. Ezbersizliğin sana dair, kâinattaki tüm varlıklara dair olduğunun. Adam der ki “Sana karşı senin ezberini de bozmaya gidiyorum, geliyor musun?" Gidersin.
Shakespeare yol arkadaşın olur yolculuğunda: “Öz olmayınca, söz yükselmez göğe!” Ezberi eşelersin, özü görürsün. Sana benzemeyenlerle paylaştığın göğü görürsün. Bir özün peşinden gidersin. Çünkü kim sana neyi ezberletmeye çalışırsa çalışsın bilirsin: Senden bir tane var! Ama ondan da bir tane var!
ERASLAN SAĞLAM