NE OLUR ÖĞRETMENİM ÇİÇEĞİMİ SOLDURMAYIN!
Güzel bir eylül sabahıydı. İçimde tarifsiz bir coşkuyla uyandım. Kahvaltıyı hazırladım. Oğlumun ilk kez önlüğünü giyinmesine yardım ettikten sonra kızımı da giydirip ailece okula gittik. Bugün okulun ilk günüydü ve sanki kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Doğrusu bu halime hem şaşıyor, hem de gülüyordum. Aslında endişelerimi hiç yabana atmamak gerek; canımdan çok sevdiğim, üstüne titrediğim, ilk göz ağrımı tanımadığım birine emanet etmek beni fazlasıyla tedirgin etmeye yetip artıyordu.
Oğlum öğretmenini sevebilecek mi? Öğretmenin kişiliği nasıl, ne yer ne içer, neyi sever, akademik başarısı nasıl, uyumlu bir çalışma içerisinde olabilecek miyiz ve daha birçok soru vardı beynimde… En öncelikli meselem de bu soruların “sorun” olmadan çözülmesi gerektiğini düşünüyordum. Okula gidince endişe duyan tek annenin ben olmadığımı fark ettim. Benim gibi yüzlerce ebeveyn varmış meğerse. Anlayacağınız o gün tam bir “ana baba günü”ydü. Herkesin elinde fotoğraf makineleri, kameralar vardı. Tabi biz de bu tarihi günü ölümsüzleştirmek için hemen fotoğraf makinemize sarıldık…
Sınıfın kırk kişilik olduğunu öğrendiğimde ilk hayal kırıklığını yaşadım. Ne kadar yetenekli de olsa kırk öğrencinin kırkına da beklenilen ilgiyi vermek zordu. Öğrenci açısından bakıldığında kırk kişi içerisinde sene içinde belki kırk dakika bile konuşma fırsatı olamayacaktı maalesef. Ben ”acaba kendini ifade edebilecek mi, yeteneklerini keşfedip hayatına –şimdiden- bir yön çizebilecek mi” diye endişelenirken beklemediğim bir sorunla karşılaştım: EV ÖDEVLERİ!…
Öğretmenimiz başarılı bir öğretmendi. Başarılı ve hırslı. Ders anlatması, beden dilini kullanması yönünden çok başarılıydı. Bu durum Ahmet’i çok neşelendiriyordu. Ancak oğlumun bu neşeli halleri bir ay gibi kısa sürede son bulmuştu. Ben çalıştığım için oğlum okul çıkışlarında etüde gitmek zorunda kalıyordu. Orada yaklaşık üç saat çalışmasına rağmen ödevlerini yetiştiremiyordu. Yetiştiremeyince de çok üzülüyordu. Oğlum Ahmet öğretmeni tarafından onaylanmak beğenilmek istiyordu. Bu onun için o kadar önemliydi ki bunun için her şeyini feda etmeye hazırdı. Oyununu, uykusunu, çocukluğunu feda etmeye hazırdı. Niçin? Öğretmeninden bir aferin alabilmek için… Bütün iyi niyeti ve gayretine rağmen Ahmet’in sıkıntıları okul saati yaklaştığında önce ”baş ağrıları, karın ağrıları” ile başlıyordu. Sonra da ”Öğretmenim beni hiç sevmiyor bugün nazar boncuğu alamadım.” diye sızlanıyor; okula gitmemek için bir sürü bahaneler sıralamaya başlıyordu. Yaşadığım en trajik olayı ise unutmam asla mümkün değildi.
O gün Ahmet’in yine çok ödevi vardı. Etütten gülümseyerek gelirse bil ki ödevi bitmiş akşam –tıpkı eski günlerdeki gibi- babamla kardeşimle oyun oynayabileceğim diye mutluydu. Fakat o gün son zamanlarda nadiren gördüğüm o güzel ışıltıyı maalesef görememiştim. “Anne yine çok ödevim var“ diyerek kapıdan içeri girdi. Kısa bir moladan sonra derse başladık. Küçücük elleriyle çok yavaş yazıyordu ve çabuk yoruluyordu. ”Oğlum yeter artık yoruldun ne kadar çok çalıştığını öğretmenine söylersin.” dediysem de ikna edemedim. Ancak Saat 23.00 olduğunda zorla ikna ederek yatırabildim. Ama oğlumun bir şartı vardı. Sabah erkenden kalkıp yarım kalan ödevini tamamlayacaktı. Oğlum zaten geç kaldın uykuya ihtiyacın var dediysem de dinletemedim. Söz verdiğim için de sabah 06.30’da körpe yavrumun yatağının başına vardım; içim sızlayarak yavrumu kaldırdım. Oğlum uykulu gözlerle defterini pencerenin kenarına koydu.
Güneşin doğuşunu seyrederken bir taraftan da fiş yazıyordu. Nihayet okula gitme vakti gelmişti. Fakat kahrolası ödev hala bitmemişti. Yavrum çaresizlikten ağlıyordu. O ağladıkça ben de çaresizlikten kahroluyordum. Okula gidip öğretmeniyle karşılaşmak istemiyordu. Artık öğretmeni sayesinde başarısız olduğuna inandırılmıştı bir kere. Bu olanları öğretmeniyle paylaştığımda öğretmenimizin umursamaz tavırlarını hiç unutamıyorum. Oğlumun öğretmeni sadece oğluma değil bana da baskı uyguluyordu. Sürekli benim ilgilenmemi ve Ahmet’in daha fazla çalışması gerektiğini söylüyordu. Benim gözümde sanki oğlum artık okula değil de üç vardiya çalışan bir fabrikaya işçi olarak gidiyormuş gibi geliyordu. Ağlamaları da gün geçtikçe artıyordu.
Gözlerimin önünde yedi yıllık emeğim, çiçeğim bir ayda solmaya başlamıştı… Buna daha fazla katlanamazdım. En sonunda kararımı verdim ve çocuğumun okulunu değiştirdim. Şimdi ikimiz de çok mutluyuz. Oğlumun yeni öğretmeniyle sürekli iletişim halindeyiz ve sık sık görüşüyoruz. Oğlum Ahmet için hangisi daha uygunsa birlikte karar veriyoruz. Çalışmalarımız uyumlu bir şekilde devam ediyor. Yeni öğretmenimizle sürekli birbirimizi yönlendiriyoruz. Küçük fidanım şimdi yeniden canlandı. İleride meyve veren çok güzel bir ağaç olacak inşallah. Ben de bu acı tecrübeyle bir kere daha evlat yetiştirmenin zorluğunu anladım.
Rukiye DEMİR/ Ev Ekonomisi Öğretmeni