Çocuklarımız çok sevdiğimizi söyleriz. Fakat onlara çevre olarak bilmeden ne zararlar veririz.
Çevre denince neyi kastediyorum? Aile ortamı, akraba ortamı, arkadaş ortamı, okul ortamı vb… O çok değer verdiğimiz varlıkları farkına varmadan öyle hırpalarız ki. İşin ilginç tarafı kendi olumsuz ortamımızda yetiştirdiğimiz çocukları en çok ta biz eleştiririz.
Yaptığım televizyon programlarında ve ilk veli toplantılarımda anne ve babalara şu soruyu sorarım. Çocuğunuzun ilk öğretmenini tanıyor musunuz? Bana adını söyler misiniz? Fakat bu zamana kadar hiç doğru cevap almadım. Bütün anne- babalar söz birliği etmişçesine ana sınıfı veya birinci sınıf öğretmeninin adını söylüyor.
Ben de ”cevabınız yanlış çocuğunuzun ilk öğretmeni sizsiniz ” diyorum. Biz öğretmenler sizin çocuklarınızın 2,3,4,5… öğretmenleriyiz diyorum. Kimi eğitimciler çocuk eğitiminin doğumla başladığını ve kişilik gelişiminin %80 ninin 0-8 yaşına kadar oluştuğunu; 8-17 yaş arasında ise %20’ nin oluştuğunu söylüyor. Bazı eğitimciler ise daha ileri gidip çocuk eğitiminin eş seçimi ile başladığını, çünkü aile ortamının çocuk üzerinde çok etkili olduğunu söylüyorlar.
Çocuk eğitimi ile ilgili konferans veren bir eğitimcinin yanına gelen bayanla aralarında şöyle bir konuşma geçiyor,
–Beyefendi bir çocuğum var. Eğitimine hangi yaşta başlayayım?
-Hanımefendi çocuğunuz kaç yaşında?
-Beş yaşında
-Hanımefendi doğruca eve koşun. Çünkü beş yıl geç kalmışsınız der.
Bu eğitimcinin sözlerine katılıyorum. Eskişehir’in kenar semtlerinden birinde öğretmenlik yapıyorum. Gördüğüm manzara beni çok üzüyor. Çocuklar okullara ailelerinden ve çevrelerinden aldıkları korkularla geliyorlar. Çocuklarla değil ailelerin farkına varmadan çocuklara aşıladıkları korkuları atmakla uğraşıyorum.
Anne yanıma gelip korkulu ve kaygılı gözlerle bana çocuğunun durumunun nasıl olduğunu soruyor. Bense problemin çocukta değil ailede olduğunu; çocuk eğitimi ile ilgili kitap okuyup kendimizi geliştirmemiz gerektiğini söylüyorum. En sonunda şu soruyu soruyorum. Çocuğunuz okula istekli mi geliyor? Cevap verse okula istekli gelen çocukların başarılı olacakları ama sabırlı olmalarını söylüyorum.
20 yıllık tecrübeme dayanarak şunu söylüyorum. Problemli bir çocuğun ayak izlerini takip ettiğiniz zaman sizi mutlaka problemli bir aileye götürüyor. Problemsiz bir aileden problemli bir çocuk görmedim.
Evet, anne babalar çocuklarımız bizim aynalarımız. Aynalar bize ancak karşısındakilerin görüntülerini verirler. Bir aynaya baktığımızı düşünelim. Aynadaki hoşuma gitmeyen bir görüntü olduğu zaman kendimize çeki düzen mi vermeliyiz? Yoksa aynayı mı kırmalıyız? Tabi ki kendimize çeki düzen vermeliyiz. Aynayı kırmakla görüntümüzdeki bozukluğu düzeltemeyiz.
Eğitimde de aynamız çocuklarımızdır. Aynada ki görüntü bozuklukları anne-baba ve eğitimciler olarak kendimize çeki düzen vermemiz gerektiğini göstermektedir. Fakat biz büyükler çoğunlukla böyle durumlarda kendimize çeki düzen vermek yer ine aynaları kırmayı çözüm olarak görüyoruz.
Bu yanlış tutum problemlerin çözümüne değil, kartopu gibi giderek büyümesine sebep olmaktadır. Başlarda küçük çabalarla çözülecek sorunlar hatalar zincirinin devam etmesiyle içinden çıkılmaz sorunlar yumağına dönüşmektedir.
Nasreddin Hoca’nın karanlıkta kaybettiği şeyi aydınlıkta araması gibi; oluşturduğumuz sorunların çözümünü sorunlarla ilgili yerlerde değil yanlış yerlerde arıyoruz. Yanlış yerde aradığımız için de bulamıyoruz.
Zeka üzerine çalışma yapan ilim adamları zekanın gelişimi kolayca etkilenebildiğini söylerler. Zekayı olumlu etkileyip geliştiren etmen olarak şu metotları sıralamaktadır.
1- Övgü
2- İlgi
3- Kendine güven
4- Canlılık
5- Sebatlılık
6- Ruhsal denge
Zekanın gelişimini olumsuz olarak etkileyip engelleyen etmenler şöyle
1- Hoş görmezlik, ceza
2- İlgisizlik
3- Aşağılık duygusu
4- Bunalım
5- Sebatsızlık
6- Uyum yetersizliği
Oluşturduğumuz aile ve okul çevresinde bu etmenlerden hangilerinin gerçekleştiğini gözden geçirelim. Yaptıklarımızla çocuklarımızın gelişimine mi yoksa körelmelerine mi hizmet ettiğimizi düşünelim.
İnsan beyninin kapasitesi üzerinde yapılan çalışmalar insanların beyin gücünün gerçekte zannettiğimizin çok üzerinde olduğunu söylemektedir. Ve insanların gerçek IQ ölçmek imkansızdır. İnsanların çoğu tüm zihinsel yetenek kapasitelerinin çok azını kullanmakta demektedirler.
Araştırmacılar 10 milyar hücreden oluşan beynimizin dakikada 10 veriyi kaydetme kapasitesi olduğunu ve 100 trilyon sözcüğü depolayabilecek yapıya sahip olduklarını söylemektedir.
Prof. Dr. Yahya Kemal Kaya’nın Prof. Sabri Özbayar’a aktardığına göre bir Türk dostu bir İngiliz Prof. “Bakıyorum, sevimli Türk çocukları başka ülkelerde gördüğüm akranlarından daha zeki şeyler, ama merak ediyorum. Sonra hangi metodu kullanıyorsunuz da bu zeki küçüklerden şu farklı büyükleri elde ediyorsunuz?” diye sormaktadır.
Doğan CÜCELOĞLU da bizim çocuk yetiştirme düzenimiz hakkında şu çarpıcı benzetmeyi yapmaktadır. Amerika’da Golden Gate Parkı’nda Japonların özel budama yöntemleri ile budadıkları bodur Bonzai ağaçlarının 150 yaşında ama 50 cm boyunda kaldığını ifade etmektedir. Japonların Bonzai ağaçlarında bilerek yaptıkları budamanın benzerini bizlerin çocukların üzerinde bilmeden yaptığımızı ve çocuklarımızın yeteneklerini budayarak onların yeteneklerini bodur bıraktığımızı söylemektedir.
Necip GÜVEN
Annelerin desteğini, hiç bir şeye değişmem